Post

Aksa Tufanı’na Dair - I

Filistin direnişi 7 Ekim’de Aksa Tufanı Operasyonu’nu gerçekleştirdi. Operasyon, ardından gelen askeri sonuçları bakımından siyonist İsrail rejimi lehine bir durum yaratmış gibi görünüyor. Ancak daha geniş bir çerçeveden bakıldığında durum böyle değil. 

İsrail’in Filistin davasını Arap ülkeleri nezdinde sönümlendirmeye ve bölgede ekonomik ilişkilerini geliştirmeye yönelik olarak hedeflediği normalleşme süreci duraksadı. İbrahim Anlaşmaları sekteye uğradı. İsrail’in soykırımcı yüzü, daha geniş kitleler açısından gözler önüne serildi. Doğru bilinenler yanlışa, yanlış bilinenler ise doğruya dönüştü. Sömürgecilik altında ezilen Filistinlilerin eylemi yeniden tarihin akışının diyalektik karakterini göstermeye zorladı. 

Tüm bu politik etkiler üzerine kafa yürütmekte fayda var. Böylesi büyük etkilere neden olan olayları ve süreçleri yorumlamaya çalışmak yeryüzü sahnesinde hem biz sosyalistlerin hem de dünya proletaryasının kapladığı alanı görmemize yardımcı olur. 

‘Bir, ikiye bölünür’

İsrail, on yıllar süren işgalin sonucunda baskı, yıldırma ve gözetim teknikleri üzerinde uzmanlaşmış bir devlet. Dünyadaki en büyük askeri eğitim, silah ve casusluk ekipmanı tüccarlarından biri. Ancak Aksa Tufanı Operasyonu, bu unvanları gururla taşıyan İsrail devletinin namına büyük bir leke sürdü. Direniş açısından başarılı sayılabilecek bu operasyon İsrail güçlerinin ve istihbaratının neredeyse ruhu duymadan gerçekleştirildi. Yalnızca İsrail’e değil, tüm dünyadaki sınıflar mücadelesi sahnesine de büyük bir gürzle vurdu. 

Operasyonun ardından; son derece karmaşık bir örgütlülük ve güçle hareket eden emperyal güçlerin büyük darbeler alabildiğini, bunun mümkün olduğunu gördük. Siyonistler gerçekten de bu saldırıyı hiç beklemiyorlardı. “Mossad bilmeden bölgede kuş uçamaz” miti yerle bir oldu. İsrail ordusu, operasyonun başarısı karşısında tüm kudreti ve zalimliğiyle rezil oldu. Emperyalistlere, kapitalist iktidarlara karşı örgütlü mücadelelerin yaratabildiği güç ve ortaya koyabildiği beceri apaçık bir sonuç verdi. 

Yani ne emperyalistler, ne kapitalist iktidarlar, ne sömürgeci güçler. Bunların hiçbiri yenilmez değiller. Göremedikleri, beceremedikleri, sürdüremeyecekleri konjonktürler içinden geçebilirler. Eğer başka bir politik güç böylesi zayıflık anlarında onlara yönelecek olursa büyük zararlar görebilirler. Hem politik hem de askeri boyutta büyük kayıplar verebilirler. Bir iktidarın bir, büyük ve “bölünmez” gücü bu “bir”lik vasfına yazgılı değildir. Hayatın tüm veçhelerinde olduğu gibi diyalektik işleyiş devam etmektedir. “Bir, ikiye bölünür” ve bölünmüştür. 

‘Medeniyet denilen tek dişi kalmış canavar’

Sömürgeci işgale karşı tüm meşru mücadeleler, dünya çapındaki politik güçlerin sınıf karakterlerini teşhir edebilme gücüne sahip. Filistin direnişi, bu gerçeğe de en sıcak haliyle yeniden tanık olmamızı sağladı. Varlığını Filistinlileri yok etmek üzerine kuran İsrail, Aksa Tufanı’nın başlamasının ardından Gazze’ye yönelik bir soykırım saldırısı başlattı. İsrail ordusunun bir hastaneyi bombalaması sonucu yaklaşık beş yüz Filistinli’nin yaşamını yitirmesi dünya çapında çıkan infialin doruk noktası oldu. 

Saldırılar yalnızca İran, Ürdün, Yemen, Mısır, Türkiye gibi bölge ülkelerinde değil Avrupa’nın büyük metropollerinde ve ABD’de de milyonların Filistin direnişi için sokaklara dökülmesine neden oldu. O milyonlar sokaklardaki haklı eylemlerini yaparken batılı kapitalist-emperyalist düzenin gerçek yüzüyle karşı karşıya geldiler. 

Ve gerçek hiç de ülkemizdeki bazı liberal gazetecilerin çizmeye çalıştığı “modern Batı uygarlığı” tablosuna benzemiyordu. Filistin halkının haklarına karşılık biber gazı vardı tabloda. Filistinlilerin meşru mücadelelerini savunanlara karşı polis jopları vuruluyordu. Siyonistlerin ırkçı politikaları tüm medyada aklanır, Filistinlilerin mücadelesi “Hamas” sorununa indirgenmeye çalışılırken Filistin bayrağı taşıyanlar gözaltına alınıyor, zorbalık görüyordu. 

Batılı sermaye güçleri, daha geçtiğimiz yıl Ukrayna’da savaş suçu işleyen, hastane vs. bombalayan Rusya’ya karşı insanlığı göreve çağırıyordu. Ancak şimdi aynı düzen, savaş suçu işleyenler için ezilenlerin mücadelesine destek çıkanlara şiddet uyguluyordu. En temel ve yaşamsal hakları için emekçilere saldıran kapitalist kolluk güçleri bu sefer Filistinliler için sokağa dökülenlere saldırıyordu. Mücadelelerin içeriği farklı olsa da, karşısında duran bekçiler aynıydı. Bu somut olgu, görmek isteyen herkese Filistin halkının mücadelesinin aynı zamanda tüm dünya emekçilerinin kapitalist-emperyalist düzene karşı ortak davası olduğunu gösteriyor. 

Filistin’in gerçek dostları

Her yanda artçı fırtınalara sebep olan Aksa Tufanı’ndan ülkemiz de elbette ki nasibini aldı. Hastane katliamının ardından Türkiye’nin her yerinden, gerici grupların en önde yer aldığı refleksif eylemlerin haberleri gelmeye başladı. İstanbul’daki İsrail Başkonsolosluğu önündekiler başta olmak üzere birçok kentte kitlesel gösteriler yapıldı. Ancak hareketlere öncülük yapan gerici gruplar, eylemlerin içeriğini “Mehmetçik Gazze’ye” gibi sloganlarla sınırladılar. Selalar ve dualar okudular, İsrail’e ve Yahudilere karşı hamasi sloganlar attırdılar. Ancak mevcut iktidarın İsrail’le tüm ilişkileri kesmesi gerektiğini elbette ki vurgulamadılar. Kitle bilincini kof bir Yahudi karşıtlığı düzeyinde tutmak istediler. 

Çünkü bu gerici gruplar “kendilerine gerici” değillerdir ve Türkiye sathındaki siyasi öncüleri de kârlı ticari ilişkiler kurduğu İsrail’le normalleşme arzusuyla tutuşan AKP iktidarının bizzat kendisidir. Filistin halkının direnişine gerçekten destek olmak ise İsrail’le yapılan tüm anlaşmaların iptal edilmesinden, İsrail’e yönelik caydırıcı yaptırımların uygulanmasından, Yahudi ve Arap halklarının kardeşliğini savunmaktan geçer. Mevcut eylemlilikleri başlatan, kolluk kuvvetleri karşısında yaptıkları danışıklı dövüşle güç gösterisi yapan bu grupların esas işlevi; AKP’nin Filistin halkına yönelik ikiyüzlü tutumunu örtbas etmektir ve aslında işlev yerine getirilmiştir. 

Bununla beraber bu grupların eylemleri şöyle bir olguya da işaret ediyor: Toplumun tamamının olduğu gibi “seküler”, “muhafazakar” gibi kimliklere göre ayrılık gösteren toplulukların çoğunluğu da emekçilerden meydana gelir. Bu eylemler, Filistin davası için hızla sokağa çıkabilme motivasyonuna sahip, bu konuda radikal biçimde Filistinlilerden yana olan “muhafazakar” karakterli emekçi kitlelerinin potansiyelini de gösterdi.

Diğer halkada ise sosyalist solun konuyla olan ilişkisi ve ezilen halkların mücadelelerindeki mevcut tutumuna ilişkin göstergeler var. Ancak onları bir sonraki yazıda ele alalım.

Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.

İlgili Yazılar

Post

Militanın Uykusu

Post

Tarih Hala Sınıf Mücadeleleri Tarihinden İbaret

Post

“Sol Değerler” ve Devrimimizin Güncelliği

Post

Seçimlerle Sınırlı Kalmamak Üzerine

Post

İşçi Sınıfının Çıkarı Savaşlarda Değil Kardeşlikte

Post

Devrimin Emarelerini Nerede Aramalı?

Post

Kapitalist Yağmacıların Enkazını Kaldıracağız

Post

İki Tür Kimlikçilik ve ‘Bağımsız Devrimci Siyasal Hat’

Post

Aksa Tufanı’na Dair - I

Post

Aksa Tufanı’na Dair - II