Post

Türkiye'nin Ekolojik Gerçekleri ve Yeni Devlet Düzeni 1 - Güçler Ayrılığı

Dünyanın yeniden kaos dönemine girdiği bir zaman diliminde Türkiye Cumhuriyeti de kuruluşunun 100. yılında büyük değişimlere gebe görünüyor.

Beş yılı Cumhur ittifakında olmak üzere, son yirmi yıl içinde Recep Tayyip Erdoğan ile yasal ve anayasal birçok değişikliğe imza atılsa da, çok partili siyasi yaşama geçildiğinden beri gerek ekonomik, gerekse sosyal ve siyasal alanda birçok çekişme ve çatışmanın sürdüğü, demokrasinin askeri darbeler ve müdahalelerle kesintiye uğradığı, devlet düzeninin sürekli değişime uğradığı ve kalıcı bir yapının inşa edilemediği yadsınamaz bir gerçekliktir.

Son olarak devreye alınan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin de, güçler ayrılığının ortadan kalkarak merkezi yapının güçlenmesine yol açması kadar, siyasi sorumlulukla birlikte karar mekanizmalarının da boşluğa düşmesine neden olduğunu gözlemliyoruz. Öte yandan Büyükşehir uygulamaları gibi yerel gücü de tek elinde toplamaya yönelik uygulamaların, belediye hizmetlerinde yarattığı koordinasyon sorunları bir yana, özellikle eğitim, sağlık ve güvenlik başta olmak üzere kamu hizmetinin uç yerleşim birimlerine kadar kesintisiz ve etkili bir şekilde verilmesini güçleştirdiğini de görmekteyiz.  

Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nin, askeri bir varoluşa dayanan dış politikanın ve bunun gerektirdiği makro ekonomik kararların merkezi haline geldiğini, yurttaşın herhangi bir sorununun çözümü ya da talebin başvurusu için kimin yetkisinin nereye kadar olduğunu kestiremediğini, Milletvekili, Vali, İlçe Belediye Başkanı, Büyükşehir Belediye Başkanı, Parti İl Başkanı derken sonunda CİMER denilen bir makineden medet umduğu bir kaosun içinde yanıtsız kaldığını görüyoruz.

Temelde muhalefet ittifakları tüm bunları yirmi yıllık AKP/Cumhur İttifakının iktidarına bağlarken, AKP/Cumhur İttifakı ise şu anda kendi kontrolünde olan askeri vesayetin geçmiş dönemlerinde yapılan demokrasiye müdahalelerine bağlamaktadır. Tüm taraflar yeni anayasadan bahsetmekle birlikte, herkes kendi anayasasını topluma tek seçenek olarak sunmanın peşindedir. Üstelik anayasa değişikliği için gereken nitelikli meclis çoğunluğunu elde etmek bir yana, salt meclis çoğunluğunu bile sağlayamama ihtimali ciddi bir şekilde ortada dururken. Ve yine ciddi olarak yeni anayasanın nasıl yapılabileceğine dair yöntem sorununa ilişkin herhangi bir seçenek ortaya konmamışken.

Oysa ki, anayasalar ancak muhalefeti ve iktidarı ile birlikte yapılırsa toplumsal karşılık bulabilir ve bu birlikte yapıma halkın katılımı sağlandığında toplumsal bir sözleşmeye dönüşebilir.
Ekoloji hareketi içerisinde de, 2010 referandumu dolayısıyla ve Gezi direnişinden sonra daha güçlü bir şekilde "ekolojik anayasa" tartışmaları yapılmaktadır ki bir çok metin hazırlanmıştır. Bu metinler çoğunlukla "doğa" temelli olup, insan-doğa çelişkisinde doğadan yana tavır almaya yöneliktir ki anayasanın temel hak ve özgürlükler bölümüne aittir.

Bugün gereksinim duyduğumuz ise bundan bir adım ötesi ve şimdiye kadar yapılmamış olanı, anayasanın ikinci bölümüne yani devletin yapısı ve işleyişine dair Türkiye'nin ekolojik gerçeklerinin gerektirdiği çözümlerin dile getirilmesidir. Çünkü bir yandan 1980 anayasasında bile geniş bir sağlıklı çevrede yaşama hakkı tanımlanmış olmasına karşın, uygulamada bu hakkı gözetecek bir devlet yapısı olmadığı için bu hak çoğu durumda havada kalmıştır. Öte yandan ekolojik gerçeklere uymayan devlet yapısı daha fazla çözümsüzlüğe neden olmaktadır.

Peki nedir ülkemizin "ekolojik gerçekleri" ve ona uyacak devlet yapısı seçenekleri?
Öncelikle verili durumda bu ülkede neden 81 tane "vilayet" var? İlçeler hala "vilayet" olmak için neden bu kadar uğraşıyor? Halk için Vali'nin anlamı nedir? Kaymakamın anlamı nedir? Belediye Başkanının anlamı nedir? Milletvekilinin, Parti il başkanının anlamı nedir? Müdürlerin anlamı nedir? Emniyetin, Jandarma'nın anlamı nedir? Halk devleti nasıl hisseder? Neden köylerde yaşayanlar ilçe merkezlerine, ilçe merkezlerinde yaşayanlar il merkezine ya da metropollere doğru göç ediyor? Bir vilayetten komşu bir vilayete geçildiğinde neler değişiyor? Ekonomisinden sosyal hayatına? Hatta aynı vilayet içindeki bir ilçeden, diğerine geçildiğinde ne değişiyor? Çok övündüğümüz dört mevsim, yedi iklim özelliği nedir? Herkes buğday unundan yiyecek yapsa da, buğdayı da, ekmeği de neden çeşit çeşittir? Herkes bağlama çalsa da, neden "tavrı" değişik değişiktir? Neden deniz kıyısı başka, ovası başka, yaylası başka, bozkırı başka, kenti başka, kırı başkadır?

Altı ay kar altında yaşayan Doğu Anadolu Bölgesi ile neredeyse kış görmeyen Ege Bölgesi sahil kesimi aynı müfredat ve benzer tarihlerle eğitim hizmeti alabilir mi, aynı kuvvette ekonomik etkinliklere sahip olabilir mi? Doğu'nun gerçeği kış ise, Marmara'nın gerçeği de deprem değil mi? Hem ekonomi, hem nüfus deprem kuşağına yoğunlaştırılır mı?

Bırak bölgeler arası farklılıkları Balıkesir benzer mi yaşantısı açısından, komşuları Bursa'ya, Kütahya'ya, Çanakkale'ye, İzmir'e? Diyarbakır benzer mi, Şanlıurfa'ya, Elazığ'a, Bingöl'e, Mardin'e? Antalya benzer mi, Mersin'e, Adana'ya, Osmaniye'ye, Hatay'a?  

İlçeleri alalım Balıkesir'in ilçeleri Bandırma, Erdek, Marmara, Gönen, Dursunbey, Balya, İvrindi, Edremit, hepsi birbirinden farklı ekonomik faaliyet içinde, farklı eğitim, sağlık, güvenlik gereksinimleri, farklı idari gereksinimleri, farklı ulaşım gereksinimleri, farklı enerji gereksinimleri olan ilçeler. Geçelim Şanlıurfa'ya. Suruç, Akçakale, Ceylanpınar, Siverek, Halfeti, Birecik, Viranşehir, Bozova, hepsi ayrı hava. Nedir il il, ilçe ilçe, hatta köy köy memleketli, hemşehrili olmak? Nedir metropolde ya da gurbette köy derneği kurmak? Herkese Türkçe öğretilse de, köy köy, ilçe ilçe, il il bir dil bu kadar değişir mi? Çoğunluk Müslüman olsa da, köy köy, ilçe ilçe, il il dini gelenekler bu kadar değişir mi?

Çünkü ekolojisi böyledir. Coğrafyası, bitki örtüsü, hayvan çeşitliliği, iklimi, yolu bir ufuk çizgisine kadardır. Her buğday her iklimde olmaz, olsa da her yerde aynı maya çalışmaz, pişirilirken yakılacak yakacak değişir, kimi zaman odun olur, kimi zaman çalı çırpı, kimi zaman günebakan sapı. Bir tepeyi, sırtı aşınca başka bir dünyaya çıkılır. Bırakın komşu ile, komşu ilçeye hatta komşu köye gitmeden ömrünü geçiren çok insana rastlanır. Herkes yaşamak için bir alan seçmiş ve var olabildiği kadar o alanda kalmış ve o ilişkileri gittiği her yere taşımıştır.

Şimdi asıl soruya gelelim; Bu kadar farklı yaşam, birlikte nasıl yeni bir anayasa yapabilir?

Yeni bir devlet düzeni hukukun üstünlüğü ve güçler ayrılığı ilkesinin kabulu ile başlar. Öncelikle belirtmek gerekir ki, 2023 seçimlerinde göreve gelecek meclisin bir kurucu meclis olarak çalışmasını ve yeni anayasayı yapmasını savunmak, hem seçim yöntemi hem de mevcut yasal dayanağı olarak doğru bir tercih değildir.

Aslında yanıt basittir; ancak yasama ve yürütme meclisleri birbirlerinden ayrılır ve yeni anayasayı da yapacak olan yasama meclisi, siyasi farklılıklar kadar bu yaşam farklılığını da yansıtacak bir yöntem ile seçilebilirse yeni bir anayasa yapılabilir. Örneğin tek adaylı iki turlu bir dar bölge yöntemi ile. Böyle olduğunda adayın yereli temsil özelliği öne çıkacağından ve % 51 ile göreve geleceğinden, yasama faaliyetinde parti liderinden çok seçmeninin taleplerini yansıtacaktır. Bölgesel farklılıklar tam olarak meclise yansıyacak ve ülkenin geleceği doğusuyla, batısıyla, kuzeyiyle, güneyiyle, ortasıyla birlikte inşa edilebilecektir.

Bunun için mevcut anayasaya geçici bir madde ekleyerek, yeni anayasanın kurucu nitelikteki bu yasama meclisi tarafından hazırlanıp halkoyuna sunulması yeterli olacaktır. Yasama meclisi yaşama geçirildiğinde, yalnızca kendi meclisi içerisinden değil, yürütme meclisinden belirli sayıda milletvekili ya da halkın bizatihi kendisinden belirli sayıda imza ile yasa teklifi verebilmesi sağlanarak, daha etkin bir yasama faaliyeti de oluşturulabilir.

Yasama ve yürütme işlerinin ayrı meclisler tarafından yürütülmesini savunmanın bir nedeni tam bir güçler ayrılığı elde etmekse de, ikinci büyük neden bu ekolojik farklılıklar nedeniyle yasal düzenleme ve yürütme işlerinin dünya üzerindeki tüm diğer ülkelerden çok daha fazla iş yüküne yol açmasındandır. Yeni anayasa ile birlikte birçok yasa yeniden ele alınmak durumunda kalacaktır. Keza birçok konuda düzenlenen kanun hükmünde kararnameler de hukuki çelişkileri derinleştirmektedir ki, bu çelişkilerin giderilmesi de çok zaman alacaktır. Yürütme meclisinin ise yarısı ülke geneli temelinde, yarısı da il temelinde parti listeleri ile barajsız nispi temsil metoduyla seçilebilir. Böylelikle siyasi farklılıklar tam olarak meclise yansıyabilir ki, bu meclis tarafından yürütülecek hükümetin icraatına ve bütçeye ilişkin tüm işlemler siyasi denetim altına alınabilir.

Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.

İlgili Yazılar

Post

12 Eylül'de Genel Greve!

Post

Ada Karası: Şarap Kültürü Olmadan Ekonomi Olabilir mi?

Post

Buyurun Taş Devrine…

Post

Çatı Partisinden, Çatı İttifakına…

Post

Türkiye'nin Ekolojik Gerçekleri ve Yeni Devlet Düzeni 1 - Güçler Ayrılığı