Yoksulluk Paylaşılmaz
Yolda yürürken simit arabalarında, fırına ekmek almaya girdiğinde görüyorsun: “Askıda simit, askıda ekmek.” Emekçilerin alım gücü düştükçe versiyonları da ortaya çıkıyor; Askıda pizza, döner…
Çok geniş bir muhalif kesim, askıdaki bu üç kuruşluk yiyecekleri yadırgamıyor. Düzenin üretip burnumuza kadar soktuğu bu sadaka kültüründen rahatsızlık duymuyor. Çünkü onlarca, “fakirlere” yardım gerekir. İmkanı olmayan, imkanı olana mecbur. İmkanı olan bu bataklıktan her gün daha fazla haz alıyor. Çünkü vicdanı bir “fakire” yardım ettiği için rahat. Bu yoksulluğa itiraz etmek yerine sadaka vererek esas sorunun üstünü örtüyor.
Peki geldiğimiz koşullarda hangi yoksulluğu paylaşacağız?
Türkiye her geçen gün ucuz iş gücü cenneti olmaya daha fazla yaklaşıyor. Ülkenin yüzde 60’ı asgari ücretli. Yani yarıdan fazlamız açlık sınırında yaşıyoruz. Özel sektörde ücretler, asgaride eşitleniyor. Ancak yaşamaya yetecek kadar kazanıyor emekçiler. Çalışma süreleri uzuyor. Şarkıda diyordu; “Dokuz altı yollarında oy, bir ömür geçer buralarda”. Artık bu da maziye karışıyor. 12 saat çalışma bir kurala dönüştü. Yine aynı yüzde 60, bir hafta ve üzerinde bir şehir dışı tatilini bile karşılayamıyor. Ben değil, bunu TÜİK söylüyor. İşçi sınıfının hali böyle.
Patronların hali ise kâr üstüne kâr. Fortune 500 Türkiye - 2022 Araştırması'na göre en büyük 500 şirketin toplam net satışları son 16 yılın rekorunu kırarak % 148.7 artmış. 7 trilyon 986 milyar lira konuşuyoruz. Yani işçi sınıfı yoksullaştıkça patronların kârı artıyor.
Konuya geri dönersek; madem yoksulluk yardım gerektirecek kadar kötü bir şey, o zaman onu ortadan kaldırmak gerekir. Emekçilerin bir simide, bir ekmeğe muhtaç halde olduğunu düşünmek ve bu fikri güzelce eylemek kapitalizmin gaddarlığını görmemek demektir.
Bu sebeple sadaka kültürüyle, onu savunanlarla, güzel eyleyenlerle açıkça bir savaş yürütmek zorundayız. Çünkü onlar vicdanını rahatlatmak istiyor. Çünkü onlar esas sorundan kaçmak istiyor. Ama kaçış yok. Bu savaşı ancak ve ancak işçi sınıfının bizzat kendisi yürütebilir. Patronların cebinde biriken kâr, işçi sınıfının alın teridir. Bu büyük zenginliğin tek mimarı işçi sınıfının emeğidir. O servetlerin, o birikimlerin de tek sahibi bu yüzden işçi sınıfıdır. Hakça, adaletli bir yaşam savunuyorsak o serveti işçilere dağıtmalıyız.
Bireysel olarak vicdanını rahatlatmak isteyenlere, yoksulluğun paylaşılabilir olduğunu anlatmak isteyenlere biz de hakkımız olanı anlatmalıyız. Varsa ki yoksulluğu eleştiren, o zaman kapitalizmi ortadan kaldırmak için birlikte yürümeye davet etmeliyiz.
Biz yoksulluğu sonsuza dek ortadan kaldıracak ve bunu başarabilecek tek sınıf olan işçileri bir araya getirecek, bir kıvılcım yakacak fikirlerin öncülüğünü yapmalıyız. Başka hiçbir şey bunun yerine ikame edilemez.
Ve askıda olması hak görülecek bir şey varsa o da yaşamaktır artık. Milyonlarca emekçinin hayatı, güleceği günler, güneşli pazarlarda eğleneceği günler, dinleneceği saatler o simit arabalarında askıdadır.
Biz bir simidi bölüşmek için ömrümüzü vermemeliyiz.
Biz bir ekmeği sıcakken koymalıyız soframıza.
Yoksulluk paylaşılmaz.
Ürettiğimiz ne varsa bilmeliyiz ki patronların cebinde birikiyor.
Askıda olan yaşamımızı o simit arabalarından, o simit tezgahlarından indirelim.
İşçi sınıfının süreklileşmiş birliklerini kurmak için yürüyelim.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.