Post

Farkındalıktan Bağlamsızlığa ‘Woke Kültürü’

Batılılaşmayı tersinden okumak mıdır, sahada yeterince var olamamaktan mıdır yoksa çağın ruhunun bir sonucu mudur, belki de hepsidir... Türkiye’de hak arama mücadelesinin kendinden menkul öncülerinin ya da onlara özenen aktivistlerin uzun süreden beri çeviri üzerinden ezbere dayalı söylemi, farkındalık yaratma adı altında bayağı bir kabak tadı vereli uzun zaman oldu. Ancak her ne hikmetse bazı sosyalist çevrelerde bu söylem çok sevildi ve neredeyse maniler şeklinde, hemen her tartışmada bağlamsız bir şekilde gündeme geliyor.

Sözünü ettiğim Anglo-Amerikan kültüründe zamanında çok etkin olmuş, sonrasında tüm dünyaya sirayet etmiş, önemli kazanımlar elde etmenin yanı sıra toplumsal bilinçte de bazı dönüşümlere neden olan, başta ırk temelli olmak üzere cinsiyetler arası eşitlik, ardından dezavantajlı gruplar ve altkültürlere yönelik önyargıları kırma hedefli, ötekileştirmeye karşı bir kültürel mücadele diye tanımlayabileceğimiz ‘farkındalık yaratma’ politikaları...

Bugün Batı toplumlarında sistem tarafından manipüle edilmiş, ideolojik hegemonya kurmakta kullanışlı bir araç haline gelmiş woke kültür, şimdilerde küresel ölçekte bir hegemonya arayışında... Önce isminden başlayayım... İngilizce kökenli woke sözcüğü, ‘uyandı’ veya ‘uyanık’ anlamına geliyor. Merriam-Webster sözlüğü, ‘woke’u şöyle tanımlıyor: ‘Önemli gerçeklere veya sorunlara, özellikle ırksal konulara ve sosyal eşitliğe dikkat eden’.

SİSTEMİN SEVDİĞİ SÖYLEMSELLİK

Toplumsal yaşam açısından ‘woke’,  ‘toplumsal konulara duyarlı, gerçeklerin farkında olan kişi’ demek... Ne güzel değil mi? Herkesin böyle olması toplumsal gelişmişlik açısından çok önemli bir adım olurdu. Ancak, görünen o ki, bu kavram bile süreç içerisinde, sisteme karşı mücadeleye yönelik bir likidasyon ve manipülasyon aracı çok rahat olabiliyor. Hele ki bu sosyal medya çağında ve örgütsüzleştirilmiş toplumlarda.

Bir söylem sorununa indirgenmiş, ‘radikalliği’ bağlamsız şekilde, her toplumsal sorunun içine eklektik bir biçimde yerleştirmeye yönelik bu eğilim, en başta hak mücadelelerine zarar verir hale gelebiliyor. Tarihsel, toplumsal bağlamından tümüyle koparılıp, bir kültürel mesele haline gelen pek çok konu gibi, sonuç alıcı olmaktan uzak, programatik olmayan bir ‘mücadele’ biçimine dönüşüyor. “Kardeşim programatik olmak zorunda değil ki mücadele, soruna ve sorunu yaşayan topluluğa göre kaotik de olabilir” diyenler çıkacaktır ve haklı da olurlar. Ancak bu kaotik falan değil, sistem tarafından çok rahat biçimde ‘evcilleştirilen’ bir ‘hareket’ haline geliyorsa durum başka. Dert de bu zaten!

NEDENSELLİĞİ ARAMAYAN FARKINDALIK

Eğer ki, mesele Afro-Amerikalılar’ın Hispanikler’i umursamayan bir kimlik mücadelesine dönüşmüşse, kadın hakları savunucuları her sistemsel sorunu salt bir kadın meselesine indirgemeye başlamışsa, trans aktivistler LGBTQ’nun büyük bir çoğunluğunu oluşturan biseksüelleri ‘önemsiz bir ayrıntı’ olarak görüyorsa, çevre aktivistleri nükleer enerjiye karşı mücadeleyi tartışılması bile yasak bir tabu olarak ele alıp hidrolik enerjinin yol açtığı tahribatı dikkate almıyorsa ve soruna bütünsel bir yaklaşım geliştiremiyorsa sisteme yönelik mücadele ciddi bir biçimde zayıflar, içi boş söylemlerin yaygınlaştığı bir hal alır. Bugün olan da işte biraz budur.

Eğer hak arama mücadelesi buysa, yani indirgenmiş bir söylemsellikse herhalde Netflix, herkesten daha çok aktivist olur. Zira hemen her dizide farkındalık adına kör gözüm parmağına senaryolarıyla uzak ara önde...

İş bununla da bitmiyor, söz gelimi bazı radikal feministlerin sınıf mücadelesini hedef alan çıkışları, sınıf temelli siyaseti bir ‘kabalık’ olarak nitelemeleri gibi saldırgan tutumları da unutmamak gerek. Bunu çevre hareketinde de görebilirsiniz.

MODASI GEÇMİŞİN MODASI

Bu mesele artık gelişmiş ülkelerde sistemin bir süsü haline gelmiş ve ciddi bir eleştiri, hatta alay konusu olmuşken, Türkiye’de bazı kanaat önderleri ve aktivistler her zamanki gibi ezber özlü sözlerini sürdürüyor ve hala da bir kesimden alkış alıyor. Alkış aldıkça da çoşuyor ve yine aynı şeyleri tekrarlıyorlar. Oysaki, kendisi de bir aktivist olan gazeteci Sam Sanders bir yazısında, ‘woke’ ifadesini kullanmayı bırakmanın zamanı geldiğine vurgu yapıyor. Sam Sanders yazısında, “Woke kelimesi, özellikle mide bulandırıcı bir şekilde tekrarlandığı, bazılarının da azınlıkların sorularıyla ilgilenen ilericiler gibi görünmesine izin veren boş bir kabuktan başka bir şey olmadığı için yıllar içinde anlamını yitirdi” diyor. Çok da haklı, bu yüzeysel söylemsellik ve inandırıcılıktan uzak ‘duyarlılık’ modası, en çok muhafazakar ve gerici siyasetçilerin işine yarıyor. Hak arama mücadelelerini karalamak için sağ popülist siyasetçiler, bu kanaat önderleri ve aktivisitlerin içi boşaltılmış söylemlerini kullanıyor ve halkın bir bölümünün nezdinde bu hareketleri itibarsızlaştırmayı başarıyor.

İDEOLOJİK DEFORMASYONUN BİR SEBEBİ

Ama bu yaklaşımı benimseyenlerin tek olumsuz etkileri hak mücadelelerine değil. Sosyalist ve anarşist siyasette kurdukları ideolojik hegemonya belki bundan daha ciddi zararlara sebep oluyor. Tüm bu ‘farkında olma’ kaygıları siyasi analiz yapmanın önünü tıkıyor, sınıf temelli, kökten özgürlükçü ve eşitlikçi mücadeleyi manipüle ediyor. Türkiye’de sosyalist çevrelerde, etnik kimliği her şeyin önüne koyma eğilimi, radikal feminizm, LGBTQ ve çevre hareketininin söylemlerini her bildiride tekrar ederek bağlamları kaçırmak ve hedef odaklı bir siyaset üretememek çok sık rastlanır bir durum haline geldi. Radikal demokratların durumu da bundan farklı değil. Anarşistler ise hemen hemen tüm hak arama mücadelelerinin gölgesinde ideolojik netliklerini tümüyle kaybetmiş gibi görünüyor.

HEDEFİ BIRAK, EZBERE BAK!

Bu kafa karışıklığının ve sistemin seve seve pompaladığı bir akımın etkisine birkaç örnek verip geçeceğim. Zira en saçma ve kaba örneklerini her gün hepimiz sosyal medyada ve kanaat önderlerinin o bıktırıcı yorumlarında görüyoruz. Buyrunuz, Ya Kanal Ya İstanbul inisiyatifinin bir toplantısında tanıtım bildirisini yazarken karşılaştığımız bir diyalog: Bildiriye ‘Marmara’da canlı yaşamı kalmayacak, balıkçılar işlerini kaybedecek’ gibi bir cümle eklenmesi konusunda, bir veganın itirazı “Biz balık yemiyoruz, balık avlanmasına karşıyız” oluyor. Buradaki ‘biz’ herkes anlamında kullanılıyor ki, bu işin en üstenci yani... Ve sonuçta, Kanal İstanbul projesinden en fazla etkilenecek bir kesimi devre dışı bırakmış oluyoruz. Bu veganizme karşı olmak meselesi değil, ancak nasıl bağlamsız bir fikir karmaşasıyla karşı karşıya olduğumuzun bir örneği... Bir örnek daha vereyim: Yine demokrasi güçlerini bir cephede toplamaya yönelik bir girişimin bildirilerini yazarken hep aynı tartışma... Konu ne olursa olsun, şöyle bir giriş illa ki... Kürt, Ermeni, Çerkes, Türk, kadın, LGBTQ, çocuk, çevre, hayvan hakları... Bildirinin en az iki satırını yiyen ve konu ne olursa olsun tekrarlanan bir cümle! Ve işte böyle böyle, içi boşaltılmış, ideolojik likidasyona giden bir yol.

‘AŞK DEVRİMCİ BİR EYLEMDİR’LER!..

Bu eleştiriyle, hak arama mücadelelerini doğrudan ve kabaca ‘devrim olsun bu da çözülür’ sekterliğine bağlayıp yok saymak gibi bir niyetim asla yok. Ancak ‘devrim sonrası cennet vaadi’ ile woke kültürün geldiği amorf noktanın, aslında ortak bir sonuca vardığını hatırlatmak gerek. İlki ne kadar toplumsal sorunların dışında kalmaya neden oluyorsa, ikincisi de bir o kadar gerçeklikten kopmayı getiriyor. Bugün eğer mücadele otel salonlarında bildiri okumaya, beş kişilik eylem yapıp video çekmeye ve sosyal medyada özlü sözler yumurtlamaya kadar gerilediyse, işte bir sebebi de bu woke kültürün yanlış bir biçimde benimsenmesi ve iyiden iyiye abartılıp yozlaştırılması sebebiyle... Ve o sebeple ki, anmalar, şiirler, ‘aşk devrimci bir eylemdir’ler, ‘erkekler öküzdür’lerle geçip giden günlerde yaşıyoruz.  

Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.

İlgili Yazılar

Post

Gulaş Çorbası ile Kuru Fasulye Kıyaslanmaz ki!

Post

Türkü, Şiir, Aforizma, Deyim, Motto Falan Filan…

Post

Bir Şey Yapmalı da Nasıl Yapmalı?

Post

Birlikten Kuvvet Doğar da, İçselleştirirseniz Doğar!

Post

Bol İmzalı Basın Açıklaması mı, Hedef ve Saha Odaklı Eylemlilik mi?

Post

Farklı Örgütlenme Biçimlerinde Aynı Siyasi Hataları Tekrarlamak

Post

Çuvaldızı Kendimize Batıracak Cesareti Bulursak Demokratik Bir Cephenin de Yolu Açılmış Olacak

Post

Rotaryen Kıvamında Sosyalistçilik de Olur Akademisyen Kulübünde Bolşevikçilik de!

Post

Ataletten Sıyrılırken Bazen Fire Vermeyi de Bilmek Gerek!

Post

İttifak ve Güç Birlikleriyle Bir Atılımın Eşiğinde...

Post

Farkındalıktan Bağlamsızlığa ‘Woke Kültürü’

Post

Öyle Bir 102 Yıl ki, 102 Farklı Biçimde Anlatılabilir