Post

Bir Davadan Bir Mitinge Kadınlar Yürüyecek

H.K.G.’nin davası hepimizin davası oldu. Bir cemaat içerisinde gerçekleştirilmiş sözde evlilik. İstismara maruz bırakılmış bir çocuk. Başvurduğu kamu kurumlarınca yalnız bırakılmış bir kadın. Toplumdan gizlenen bir dava. 

Hayatı dört bir yandan sarılmış olsa da H.K.G bir radyo programında yüzünü bile görmediği kimselerden duyduğu cümlelerle yaşadıklarını anlamlandırmıştı. 

Bir radyo programından ışık olabilmek, “Bunları yapıyorsunuz da ne değişiyor ki?” diye soran karamsar yaklaşımlara iyi bir yanıt oldu. Peki ya sonra ne olmuş dendiğini duyar gibiyim. Çünkü bu karamsarlık aynı zamanda sonunu bilirim kibrini de getiriyor. O son tahmini hiç bitmiyor. O son ki mutlaka olumsuzluk ile sonuçlanacak olan son oluyor. İyi bir gelişmeyi asla son olarak görmeyen türden bir son beklentisi oluyor o. Neden böyle yaklaşım sergilendiğini kendimce irdeleyeceğim mutlaka ama önce sırasıyla hatırlayarak takip edelim. 

Yani cemaat gibi kapalı bir topluluk içerisinde okula bile gönderilmeyen H.K.G.’ye hareketin sesi ulaşmış o da cesaretini toplayıp başvurusunu yapmış. Şikayetini gerçekleştirmiş. Bakanlık ilgileniyoruz diye açıklamalar yapmış olsa da bir dava bir türlü açılamamış.

Sonra başka bir ışık hüzmesi daha ulaşmış H.K.G.’nin hayatına. Timur Soykan haberini yapmış, ülke yaşananlardan haberdar olmuş, yıllardır açılamayan dava açılmış. 

O sıralar karamsar kesim yine çalışıyordu. “Dava açılsa ne olur? Hiç ceza almazlar, bir yolunu bulurlar” idi iddia. İlk duruşmada Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Derneğimizin müdahillik başvurusu gibi birçok kurumun müdahilliği reddedilmiş dava gizli görülmeye başlanmıştı. 

H.K.G.’ye ailesinin ve kamu kurumlarındaki yetkililerin yaşattıkları duyulduğu andan itibaren H.K.G.’ye kocaman bir fenerinin ışığı ulaştı: Yalnız değilsin dedi sesiyle bu sefer, asla yalnız yürümeyeceksin! 

Duruşmalar boyunca ise artık o ışık ve ses bir koca bedene, maddi varlığa bürünmüştü. Kadın örgütleri kendi varlığı ve aklı ile duruşmayı izleyemese de kapının dışarısında oradaydı. Bizler tüm duruşmalarda oradaydık. Bu sefer “Hesap soracağız, istismarı aklatmayacağız” diyorduk. H.K.G.’nin mücadelesi bizim mücadelemizle buluşunca o dava da artık tüm kız çocukları, tarikat-cemaatlerde geleceği karartılmış, umutsuzluğa kapılmış tüm genç kadınlar için bir sembol dava oldu. 

Adliyenin bir tarafında cemaatçiler “Bu bir iftiradır. Hocalarımız yalnız değil” diye gösteriler düzenliyordu. İstismarcıların avukatları süreci uzatmaya çalışsa da bir, iki, üç … dört kez en fazla erteyebilirdi duruşmaları. Eninde sonunda bir karar çıkacaktı. Çıktı. 

İsmailağa Cemaatine bağlı Hiranur Vakfı kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel yani baba 20 yıl, Anne Fatma Gümüşel 16 yıl 8 ay, istismarcı mürit Kadir İstekli 30 yıl ceza aldı. Yine yukarıda bahsettiğim karamsarlığı malesef sürdürenler oldu. Bu kararı da beğenmedi, yeterli bulmadı.

Karar çıkmış olsa da yine son bu değildi o yaklaşıma göre, üst mahkemelerde bozulabilir azalabilirdi ceza. Sürecin takipçisi olup olması gereken için mücadele etmek ile olumlu hiç bir kazanımı görmeyip sürekli olumsuzlama hali arasında önemli bir ayrım söz konusu. 

Bizim topraklarda malesef olumsuzlama, hiç beğenmeme, karamsarlık hali çok yaygın.

Bana göre bu karar çok olumludur. 

Hatta koca bir kuşatmanın altında çıkan bu karar buzkıranımızdır. Kaskatı örgütlü karanlığı kırmıştır. 

En gerici meclisle karşı karşıyayız. 6284’e saldıran Yeniden Refah Partisi mecliste. Bizi sahiplendirmekten bahseden Hüda-Par hakeza. Milli Eğitim bakanı kız okulları açılabilir diyor, nafakaya sınır mı koysak diyor aile bakanı. Diyanet işleri başkanı ise her kadın ve çocukla ilgili toplantının baş konuğu. Şimdi eğer bu gidişat bir kuşatma ise ki bunda kimse farklı düşünmüyor gördüğüm, o zaman bu karar da bu kuşatmayı kıran bir karar. Bu kararın olumlu etkisini sonra hiçbir olası olumsuz karar bile değiştiremeyecek. 

Bu kararla sırtını siyasi iktidara dayamış tarikat-cemaatler ve onların içerisindeki ilişkilerin sorgulanamaz olmadığı kamu nezdinde bilince çıktı. 

En yetkililerin de yargılanıp ceza alabileceği ortaya kondu. 

Ülkenin her ilinde aile çalıştayları yapılıyordu. Aile yüceltmesi ile kadın ve çocukların hakları gözetilmez iken o kutsal aile modellerinden biri istismar sebebi oldu ve çöktü. 

Ailelerin çocukları üzerinde sonsuz hakkı olmadığı gerçeğini tüm topluma hatırlattı, o çocukların geleceğinin hepimizin geleceği olduğunu da.  

İstismarcıların avukatları ‘bizim toplumumuzda çocuk evlilikler olur’ gibi açıklamalar yapmıştı.  Sanıklar mahkeme salonunda İslam hukukunu esas aldıklarını belirtmişti. Ne derlerse demiş olsunlar Türk Ceza Kanunu’na göre yargılandılar ve ceza aldılar. 

Yani kimse kendi inancını, değer yargısını gerekçe göstererek bir çocuğu istismar edemez.   Bu karar o kapalı topluluklarda kız çocukları ve kadınlar için bir umut ve cesaret oldu. İstismarcılar için de korku olmuştur.  

Tüm bunları analiz etmek ve etmemek çok şey değiştiriyor.

Her filmin sonu mutlu bitmeyebilir elbet. Mutsuz sonların bekçisi olmak sorunlu bir yaklaşım ve bize bir fayda sağlamıyor. Karamsar tahminlerin bir çoğunun “nesnellik” yüceltmesi olduğunu görüyorum. Fakat bu halin mücadeledeki bireysel ya da kolektif özneyi ve buna bağlı olarak onun politik iradesini çoğu zaman kapsam dışı tutmak anlamına geldiğini de hatırlatmak isterim. Bir şey değişmez, değişmiyor yaklaşımı her zaman bunu söyleyeni görevsizleştiriyor, karşı tarafı mutlaklaştırıyor. 

Aksi için çaba göstermek gerekiyor. Düşünmeyi, analiz etmeyi, hep yeni hedef belirlemeyi, hareket etmeyi ve örgütlenmeyi gerektiriyor. H.K.G. davasından çıkan karar yaptığımız herşeye değdi. Başaramadığımız anlar da olsa başarma ihtimali için mücadele etmeye hep değecek.  

Bu davada kazandık. Kapatma davamızı da kazandık. Bu kararlar mücadelemizin yeni cephaneleri diye düşünebiliriz. Yeni kalkışmalarımızın yeni dayanakları ile ceplerimiz doluyor. Bir neden sonuç ilişkisi ve onun tarihselliği içerisinde her sonun nasıl bir başlangıç olacağı, işte o kısmı bize bağlı olacak. 

Genel seçimler nasıl bir sonuç oldu ve tarihin en gerici meclisi kuruldu ise, bu davalarımız da diğer sonuçlarımız. Şimdi önümüzde sonucu lehimize çevirmemiz için kritik ve hayati bir süreç var. Bu nafakanın sınırlandırılmasından tutun da, kadınları koruyan 6284’ün ayıklanmasına kadar, boşanma hakkımızın erkekler lehine düzenlenmesinden dinsel baskılarla hayatımıza karışılması anlamına gelecek kadar düzenlemeler yapılması riskleri ile karşı karşıyayız. Okullar ÇEDES ile imamlar ile dolduruluyor hatta urfada olduğu gibi istismardan tutuklanmış imamlarla bile. Karma eğitim her fırsatta tartışılıyor. Medeni Kanun ve hatta Anayasa düzeyinde rejim değişikliği anlamına gelebilecek bütünsel bir saldırının içerisindeyiz. Henüz geç olmadan bu nesnel gibi görünen kaderi değiştirmek mümkün. Bunun için bizler 12 Kasım’da tüm kadınları Laiklik ve Özgürlük için Kadın Yürüyüşü’ne davet ediyoruz. 

Şehirlerindeki karanlığa bir fener olan tüm kadınlar gelin ki bir koca güneşi var edelim. Tek adamı da, tüm yobazları ve kadın düşmanlarını da durduralım. 

Doğalım tüm kapalı hanelere de, şehirlere de. 

Bu karanlık buzları kıra kıra özgürlüğe kavuşacağız.       

Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.

İlgili Yazılar

Post

Örgütleneceğiz, İstanbul Sözleşmesi'ni Uygulatacağız

Post

Böyle Reform Olmaz

Post

İdam Değil İstanbul Sözleşmesi Yaşatır

Post

Feminizim Bir Eleştiridir

Post

Özgürlüklerimiz Artık Ayakta!

Post

Bir Davadan Bir Mitinge Kadınlar Yürüyecek

Post

Meydanı Boş Bırakmayan Kadınlar