Post

Meydanı Boş Bırakmayan Kadınlar

12 Kasım’da Kadın Meclislerinin çağrısıyla yüzlerce kadın anayasal işleyişe, Medeni Kanun’a, 6284 nolu yasaya, nafaka hakkına, laikliğe ve özgürlüklerimize yönelik saldırılara geçit vermemek için yürüyüş gerçekleştirdi. Parçasal yaklaşmadı, bütünü gördü. 

Yürüyüşün coşkusu şimdiye kadar başarabildiklerimizin ve kazandıklarımızın bilincindendi. Öfkesi hiç olmadığı kadar saldırıların dozuyla ilgiliydi. Akıl yordular, çok çalıştılar. Anayasal işleyişin tehdit altında olduğu bu karanlık günlerde yine güneş gibi doğdu kadınlar. 

Genelde ‘neden hep iş işten geçince tepki gösteriyoruz, önden kendi çalışmamızı yapmıyoruz, gündemi biz belirlemiyoruz’ denir. İşte kadınlar bir aydır bir örgütü olabildiği için, gelişmeleri analiz ettiği için kendi gündemlerini belirledi. Risk alıp hedef belirlemekten geri durmadı. Bu yüzden laiklik ve özgürlük için kadın yürüyüşü gerçekleştirildi. Bu yüzden, maalesef bu saldırıların artacağını, anayasaya varacağını öngördü. 

Bugün Anayasa Mahkemesi kararı uygulanmıyor. Karar verenlerle ilgili Yargıtay suç duyurusunda bulunuyor. Bugüne kadarki her ihlalde bu konu hepimizi ilgilendiriyor denilmediği için, örgütlü bir kuvvet olarak karşılarında durulamadığı için bu noktaya varılıyor.     

Laiklik ve özgürlük için kadın yürüyüşü, muhalefete sinmiş olan öngörüsüzlük ve örgütsüzlük makus kaderini yıkmak için önemli bir umut oldu.

Anayasal işleyiş bir anda tartışmaya açılmadı, bunu görmemiz gerekir. Her basın açıklaması yapmaya kalktığımızda karşımıza dikilen memurlar valiliğin, kaymakamın yasak kararı var diyerek bizleri engellemeye kalktı. Kanun hükmünde kararnamelerle uzunca bir süre yönetildik. Belediyelere kayyım atandı. Daha sayabileceğimiz nice adım anayasa çiğnenerek atıldı. Biz her seferinde mevcut anayasayı eleştiriyor olsak da onun bile uygulanmamasına işaret ettik. Onu savunmak durumunda kaldık. İstanbul Sözleşmesi’nden imza cumhurbaşkanı kararı ile çekilince Danıştay iptal başvurularımızı reddetti. Bu düzeyde de anayasanın ihlal edildiğini gördük. 

Anayasayı ihlalin böyle sıradanlaştığı her seferinde siyasi iktidar anayasanın çeşitli maddelerini değiştirerek fiilen uyguladığını anayasal düzeye kavuşturdu. Hepsini fırsata çevirdi. Madde değişikliği ile de sınırlı kalmayarak yeni bir anayasa söyleminden asla vazgeçmedi.  

Tüm bunların sonucunda düşünün ki kendi atadığı Anayasa Mahkemesi üyelerinin kararlarını dahi tanımaz hale geldi. Hatırlayın ki Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolu açıldığında ülke demokrasisi açısından ne kadar önemli bir adım atıldığı vurgulanırdı, tıpkı İstanbul Sözleşmesi’nin ilk imzacısı olurken yaptıkları gibi. Şimdi Anayasa Mahkemesi’nin kaderinin İstanbul Sözleşmesi gibi olmaması için hala bir imkan varken mücadele etmeliyiz. 

Anayasa Mahkemesi kararlarının hepsinin doğru ve isabetli olduğunu düşünmüyoruz. Yine de varlığının siyasi iktidar eliyle tartışılması kendilerine anayasa üstünde bir konum yaratma çabasıdır. Anayasal işleyiş bu sebeple tehdit altında. ‘Ben dersem olur, ben yaparsam doğru ve kesindir’ mantığının peşinde tutarlı şekilde devam ediyorlar. Cumhurbaşkanının bu gündemle ilgili biz hakem konumundayız demesi bundan ötürü. Onun da anayasaya bağlı olduğu bu cümlelerle ihlal ediliyor. Tek adam rejimi ile anayasal işleyişi devre dışı bırakıyorlar. Bunu yaparak tüm yetkinin bir kişide toplanacağı bir anayasal işleyişin de yolunu açıyorlar. 

Genel seçimlerden hemen önce kadınlar ve lgbtiq+’lar üzerinden anayasanın 24. ve 41. maddelerinin değişmesini istediler. Sebebi laikliği ortadan kaldırmak, kendi isteklerince tek tip aile modelini dayatmaktı. Hep birlikte mücadelemizle durdurduk. Şimdi yeniden bu iki maddeyi, son gündemle birlikte de komple anayasayı değiştirme önerileri hız kazandı. Siyasi iktidarın önerisinin nasıl bir doğrultuda olacağını yukarıda belirtmeye çalıştım.

Sarayın şahıslarının çeşitli yazıları, ele alışlarını gözlerimizin önüne seriyor. Anayasa önerilerinin çok özgürlükçü olacağını söyleyip sonra fikir ifade hürriyetine “hakiki” fikir ifade hürriyeti diye bir şey uydurdular. Hak arayana dayattıkları güvenlikçi yaklaşımlarını bir kez daha ortaya koydular. Mehmet Uçum bu görüşünü devam ettirerek son Yargıtay adımına dair yine benzer şekilde bu sefer de yargıda “milli” söylemini ileri sürüyor. Milli, hakiki gibi buna benzer tüm ifadeler ile bir suni düşman yaratıyorlar. Eşit haklar odaklı değil de aile merkezli politikaları tercih edip kadınların haklarının örselenmesi de bu doğrultuda adımlar. 

Görünen o ki her bağımsızlıkçılık dediklerinde evrensel hukuk, ahlak ve değerlerden uzaklaşmayı kastedip ülke içerisinde demokratikleşme yolunda gelinen seviyeyi aşağı çekiyorlar. Tüm yetkileri tek adama bağlamayı kastediyorlar. Bu yüzden anayasa önerilerinin de parçası olunmamalı.

Bu gidişat en çok kadınları ve lgbtiq+’ları etkileyeceği gibi bununla da sınırlı kalmayacak. Eşitsizliğe maruz bırakılan bu ülkenin yurttaşları bu gidişatı ancak örgütlü gücü ile durdurabilecek. 
  

Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.

İlgili Yazılar

Post

Örgütleneceğiz, İstanbul Sözleşmesi'ni Uygulatacağız

Post

Böyle Reform Olmaz

Post

İdam Değil İstanbul Sözleşmesi Yaşatır

Post

Feminizim Bir Eleştiridir

Post

Özgürlüklerimiz Artık Ayakta!

Post

Bir Davadan Bir Mitinge Kadınlar Yürüyecek

Post

Meydanı Boş Bırakmayan Kadınlar