
TÜİK Bile Farkında: İstanbul Sözleşmesi Yaşatır
Türkiye’de kadınların yaşadığı şiddetin resmi olarak raporlanmasında hep bir yetersizlik oldu. Elimizde sadece eski adıyla Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın Hacettepe Nüfus Etütleri Enstitüsü ile birlikte yürüttüğü kapsamlı saha taraması olan 2014 tarihli rapor vardı. Yıllarca hep ona referans yaptık. Raporda, resmi olarak da şiddetin boyutları gözler önüne seriliyor; kadınların en az üçte birinin yani milyonlarca kadının şiddet gördüğü ve maalesef sadece %11’inin hak arama yollarına başvurduğu görülüyordu.
Korunmak için başvuru yapan kadın oranının onda bir olmasından daha vahim olanı; kolluk kuvvetlerine başvuranların %81’inin ifadesinin alınmadığı, %40’ının başka kurum-kuruluşa yönlendirildiği, %27’sinin ise uzlaştırmayla sonuçlandığı resmi olarak belgelenmişti.
Kelimeler Kifayetsiz…
Bundan beteri de vardı; korunma tedbiri alabilen kadınların, o tedbir kararlarının, öldürüldüklerinde çantalarından çıkması… Şiddet verilerini sadece hayatta kalanlar için raporlamış olan bakanlık ve sorumlu diğer resmî kurumlar, kadın cinayeti ve kadın şüpheli ölümü verilerinde ise neredeyse tamamen suskundu.
Bütün bu tablo karşısında kadınları korumakla sorumlu olanların yapması gereken ilk iş, şiddet gölgesinde yaşayan kadınlara yalnız olmadıklarını göstermek, etkin korumayı sağlamak ve bu süreci sık aralıklarla sistemli olarak raporlayarak denetmek için seferber olmak iken ne oldu?
11 yıldır resmi raporlama yapılmadığı gibi, İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekildi; şiddetin kök nedeni toplumsal cinsiyet eşitliğine savaş açıldı, kadınlar korunmadı, erkekler cezasızlıkla ödüllendirildi ve geldik bugüne.
Yıllar Sonra İlk Kez
Şimdi yıllar sonra ilk kez yeni bir resmi raporla karşı karşıyayız…
Bu hafta TÜİK, 2024 tarihli Türkiye Kadına Yönelik Şiddet Araştırması yayımladı.
Bakanlığın ismi değiştiği gibi birlikte çalıştığı kurum da değişmiş. Artık bırakın isminde “kadın” olmasını, “sosyal politika”ya bile tahammül edemeyip onun da “sosyal hizmet” ile değiştirildiği bugünün Türkiye’sindeyiz.
Yine de 18.275 kadınla yapılan görüşmelere dayanan bu raporu tam anlamıyla değerlendirebilmek için TÜİK’in enflasyon raporlarında yaptığını yapmamak; bilimden sapmamak ve objektif kalmak gerekir. Bu açıdan son sözü söylemek için raporun kapsamlı halinin yayınlanmasını beklemekle birlikte TÜİK bülteni şeklinde yayınlanan ve basına yansıyan verileri yorumlamak da boynumuzun borcu.
Enflasyon Gibi Gizlenemeyen Şiddet
Öncelikle şiddetin boyutunu, enflasyon oranlarında olduğu gibi istense de gizlenemediğini; devletin resmî istatistik kurumu raporuna göre de kadınların %28,2’sinin psikolojik, %18,3’ü ekonomik, %12,8’i fiziksel şiddete uğradığını görüyoruz.
Şiddet gören kadınların yarısının yaşadığı şiddeti hiç kimseyle paylaşmaması gerçeği ise bize bir kez daha İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekmenin ne kadar yanlış olduğunu gösteriyor.
Devlete kadınları yalnız bırakmak yerine güçlendirmek, toplumsal cinsiyet eşitliğini savunmak, 6284 seferberliği ve kadınlara karşı işlenen suçlarda cezasızlıktan vazgeçmek görevlerini yüklüyor. Bu görevleri hiç istemese bile TÜİK bile söylemiş oluyor.
TÜİK’in Önemli İkinci Bulgusu
İkinci önemli bulgu, boşanmış kadınların en çok şiddet gören grup olması ki bu da “aile politikalarının” kadınlar için nasıl bir tuzak olduğunu bir kez daha açıkça kanıtlıyor ve Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun raporlarını doğruluyor.
Türkiye’de boşanmak, kendi hayatına karar vermek, çalışmak ya da eğitim görmek isteyen kadınlar “aile birliğini bozmak” ile suçlanıyor ve cezalandırılıyor.
En Yaygın Şiddet Biçimi Hangisi?
Bu bağlamda diğer önemli veri; en yaygın şiddet biçimi olan psikolojik şiddetin boşanmış kadınlarda evli kadınlara oranla hayli yüksek olması.
Ayrıca boşanan kadınların yüzde 42,5'i ekonomik, yüzde 41,5'i fiziksel şiddete uğramış.
Demek ki boşanma sürecinde kadınların güçlendirilmesi gerekirken, “Aile Yılı” ilan edilmesi, kadınların nafaka hakkı ile miras hakkıyla uğraşılması, boşanmanın zorlaştırılmaya çalışılması ne büyük hatalarmış değil mi?
TÜİK belki bunları demek istemiyor, göz korkutmak istiyor ama boşanmaya karar veren kadınların her gün televizyonda kadın cinayeti haberi gördüğü halde yine de vazgeçmediği bir ülkedeyken bir durup düşünmek, bu olguyu anlamaya çalışmak gerekmez mi?
Ekonomik Şiddet
Üçüncü önemli konu; ekonomik şiddet. ‘‘Hiç okul bitirmemiş” kadınlarda oranı en yüksek (%31,8) yükseköğretim mezunlarında ise en düşük (%8,9).
Aradaki fark, eğitime ve istihdama kavuşmanın nasıl da sadece o haklarla değil, yaşam hakkıyla da doğrudan ilgisi olduğunu, her sınıftan kadın şiddet görmekle birlikte şiddetin sınıfsal bir karakteri de olduğunu; yoksulluğun erkek şiddeti ile arasındaki ilişkiyi de gösteriyor.
Bir kez daha kadınların şiddetten kurtulması için ekonomik bağımsızlığın hayati önemini kanıtlıyor.
Kadınlar Ne Tür Risklerle Karşı Karşıya?
Ekonomi ve istihdam bağlamında diğer önemli bulgu; kadınların çalıştıkları alanlara göre de farklı risklerle karşılaşması.
Şöyle ki; özel sektörde çalışan kadınların kamuda çalışanlara göre daha fazla şiddete uğradığı bulunmuş.
Demek ki, tam gün ve güvenceli çalışma koşulları şiddet konusunda bile fark yaratıyor. Durum bu iken iktidar “iş ve aile yaşamını uyumlaştırma” maskesi altında kadınları daha çok eve göndermeye, istihdamını giderek daha esnek ve güvencesiz hale getirmeye çalışıyor.
TÜİK’in Verileri Gerçeği Tam Yansıtmıyor Mu?
Son olarak TÜİK’in verdiği bu oranlar gerçeği tam yansıtıyor mu?
Bilemiyoruz…
Bu durum, şüpheli şahıs olan kuruma güvenmeyişimizden de kaynaklanmıyor; kadın kurumlarının şiddet raporlamalarının bile gerçeği tam yansıtmadığını, iyi bir veri sistematiği oturtana kadar ulaşamadığımız verilerin de olduğunu sosyolojik bir gerçek olarak biliyoruz.
Ancak bu haliyle bile sorunun yeterince ağır olduğunu ortaya koyan raporun en tartışmalı yönü ise bu tabloyu “erkeklerin öfke kontrol sorunu” olarak açıklaması.
Buraya kadar meselenin ne kadar bütünsel ve toplumsal olduğunu istemese de açık etmek durumunda kalan TÜİK, durumu toparlamak için bültende bu sonucu öne çıkarıyor.
Kasten.
Şiddetin yüzeysel değil derin ve bütünsel, bireysel değil politik olduğunu örtmek için.
Örtülen bir başka olgu; şiddet faillerinin kadınların yakınları olduğu. TÜİK yalnızca yabancı faillerin daha yüksek oranda olduğu dijital şiddet failleri açıklamış.
İktidara yakın basın da “ilk kez dijital veri açıklanıyor” diye bunu müthiş başarı olarak sunuyor. Ama kötü haber; 2014 raporunda da “ısrarlı takip” verisi vardı, bu bir ilk değil. İkincisi bu açıklamakla övünülen dijital şiddet ismi ne kadar yeni olsa da tarihin en eski ve en ortadan kaldırılması gereken yapısı, patriyarkanın bir başka yüzü.
Türkiye OECD’de Son Sırada
TÜİK’in rapor yayınlaması, hiç rapor olmamasından iyidir elbet. Ama daha iyi olan, bu raporları evrensel olan ile karşılaştırmak ve halimizi görmektir.
Bu konuda ise 2024 yılı için güvenilirliği de yüksek bir başka endeks var:
CEID Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Endeksi Raporu, OECD genelinde ülkeleri karşılaştırıyor.
2024 yılında şiddetsiz yaşam hakkı, genel olarak yüksek (91,3) bir ortalamaya sahip iken Türkiye (85,7) ortalamanın altında kalıyor. Raporun birçok alt boyutu var, adresten incelenebilir (https://www.ceid.org.tr/).
Ama genel sıralamada Türkiye, 2019’da 35. sıradayken 2024’te 36. sıraya gerilemiş. Sıralamadaki ülke sayısı ise 36 arkadaşlar.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.