Post

Mucize Değil Medeniyeti Getireceğiz - II

Depremde Kadınlar, Kız Çocukları Ve LGBTİQ+’lar

Her olağandışı durum kadınlar için tehlike doğurur ama bu defa başka… Deprem bölgesinde yaşanan her tür şiddet, ırkçılık, ölümlere ve şiddete alışma, şiddetin normalleşmesi, sadece deprem bölgesinde değil tüm Türkiye’deki kadınlar ve LGBTİQ+’lar için bambaşka bir tehlike iklimi doğurma riski taşıyor. Bunu durdurmalıyız.

Daha deprem bölgesinde ve afetlerde toplumsal cinsiyete dayalı sorunlara gelemedik bile dikkat ederseniz…

Elbette bütün dikkatimizle, bölgedeki arkadaşlarımızla kadınların, kız çocuklarının, LGBTİQ+’ların ihtiyaçlarını izliyoruz. Bunların sadece tuvalet ve hijyen malzemesi yokluğundan ibaret olmadığını, barınmadan mahremiyete, bir süre sonra başlaması ve maalesef artması muhtemel şiddet ve istismara uzanan geniş bir yelpazede sorun yaşanacağını da öngörebiliyoruz. Kadınlar, kız çocukları ve LGBTİQ+ bireylerin ve başta engelliler olmak üzere tüm kırılgan grupların şiddet ve istismara maruz kalması riski, diğer deprem ve afet durumlarında olduğu gibi artabilir. Daha bugünden geleneksel çekirdek aile olmayan yalnız bireylerin, bir çadır bulabilme yani çok temel olan barınma hakkı konusunda nasıl ayrımcılığa maruz kaldığını görüyoruz. Hele ki kimliği ve ebeveynleri belirlenemeyen çocukların geleceği için endişe büyük; kız çocuklarının daha 6 yaşında dahi evlendirilebildiği ve sistemli bir istismara maruz bırakılabildiği bir ülkede, elbette ki çocukların kimlere emanet edildiği önemlidir. Tüm toplum bunları izliyor ve bizlerde her yeni ihtiyacın, her gündemin takipçisiyiz. Depremde kadın olmanın yarattığı tüm sorunlar için mücadele edecek, çözüm önerecek ve önümüzdeki dönemde daha etraflı da ele alacağız.

Ama şu anda her şeyden daha önemli mesele; medeniyet meselesidir.

Öncelikle, medeniyet kaybı denince ilk akla gelen yağmacılar ise sadece deprem bölgesinde baş gösteren bu alçakları değil, bütün bu yaşadığımız ranta dayalı kapitalizmin yağmacılık ile kurulduğunu ve sürdüğünü unutmayalım. Hatırlayalım ki bu sistem, daha kurulurken yerli halkların sömürüsü ve varlıklarının yağmasıyla var oldu. Kadınların ezilmesiyle kendini daha rahat sürdürdü ve doğaya tahakkümü de hava atılacak bir şey sanıyor… İnsanı insan gibi yaşatmakta bu kadar aciz olan sistemin gerçek yüzünü; bugün de Ortaçağ’daki kadar patriyarkal ve eşitsiz olabildiğini pandemide gördük, orman yangınlarıyla gördük, iklim felaketleriyle bizzat bütün gezegende yaşıyoruz. Şimdi ülkemizde toplumsal olarak da, sadece deprem bölgesinde değil her yere yansıyan etkileriyle, şiddetin normalleşmesi ve kadınların hak kayıplarıyla da görebiliriz maalesef. Yaşadığımız medeniyet kaybının, kadınlar için, ekonomik sorunlar, barınma başta olmak üzere temel ihtiyaçların karşılanmasında zorluk, güvenlik ve mahremiyet kaybı, taciz, istismar, şiddet ve sonunda hem bedensel hem ruhsal sağlık sorunlarında artış olarak baş göstermesi muhtemel ve bunlarla mücadeleye hazır olmalıyız.

Medeniyet Lahidi

Medeniyet sözcüğü depremden en çok zarar gören güzelim şehrimizi; medeniyetler beşiği olarak anılan Hatay’ı da akla getiriyor. Sonra bir başka efkar sarıyor her yeri… Çünkü bu şehrin ve depremden etkilenen ya da etkilenmeyen bütün şehirlerimizin, kendi özgün kişiliklerinin ve o güzelim tarihlerinin yok edilip betona boğulduğunu, artık hepsi birbirine benzeyen ve sonunda bize mezar olan, nasıl aynı gri yıkıntılara dönüştüğü gözlerimizin önüne geliyor. Medeniyeti nasıl kaybettiğimizi, bu yüzyılda depremin ilk saatlerinde devletin oraya ulaşması gerekirken ortada olmayışıyla değil sadece, birbirinden farksız bu enkazları gördükçe daha çok fark ediyoruz. Şehirlerimizi, birbirinden güzel illerimizi, köylerimizi, doğamızı, yok eden, hepsini aynı tipte sanki mahvolmuş Salda Gölü’nde olduğu gibi gri bulanık bir çimentolu suya dönüştüren bu düzeni yenmeden, insana yakışan bir dünyayı kurmadan ızdırabımız dinmesin.  

Hani Hatay’da mozaiklerin sergilendiği müzede, kendi döneminin uygarlığını anlatan görkemli “Antakya Lahdi” vardır. Ne iyi ki, depremde zarar görmemiş, yaşıyor. İşte aynen o lahit gibi gelecekte yeniden kurduğumuz şehirlerimizin müzelerinde, uygarlığı nasıl kaybettiğimizi ve sonra mücadele ederek nasıl yeniden kazandığımızı anlatabiliriz.  

Depreme dayanıklı binalar yapabiliriz. Tıpkı Japonya’daki gibi…

Nasıl ki sağanak mevsiminde korunmak için çatımız var ise, deprem mevsiminde de korunabildiğimiz, mantıken gerekli olanı yaptığımız bir akıl ve bilime kavuştuğumuz hayatımız olabilir.

İşte o gelecek güzel günlerde,  kaybettiğimiz bütün yurttaşlarımızı da, kurduğumuz o müzelerde tek tek adlarıyla yaşatacağız. Mutlaka her birinin hesabını soracak, sorumluları yargılatacak ve o lahide bu sefer bunları yazmış olacağız.  

Marmara’da Uyuyor Bir Ejderha

Biz bir deprem ülkesi isek, Marmara Depremi gündemde ve denizden bir ejderha gelecek ise, bütün Marmara ve İstanbul için o ejderhayı durduracak tek şey; halkın örgütlü gücüyle yaratacağı ejderhadır. Ben demiyorum, deniz jeoloğu ve jeofizikçi Cenk Yaltırak diyor ki;

“Doğu Marmara’da uyuyor bir ejderha.
uyanacak kuyruğundan başlayarak.
Yere vurduğunda darbesini,
Sanacağız uzaktan bir tren geliyor.
Sonra kalkacak ayağa
suların içinden,
Dalgaları altında kalacak kıyılar…”

Kıyılar ve bütün Marmara harap olduktan ve binlercemiz ismimiz bile bilinemeden gömüldükten sonra değil, hemen şimdi harekete geçmekten başka ne yapabiliriz?

Sadece örgütlü bir mücadele ile devlete gereğini yaptırmanın ve kendi ellerimizle yaşam hakkımızı kazanmanın mücadelesini verirsek hayatta kalabiliriz.

Başarırsak, Hatay’da, o güzelim Kurtuluş Caddesi’ni de, bugünlerden ders çıkarmış olarak, yeniden arşınlayacağız gelecek kuşaklarla... Bu bir hayal değil, zaruret. Yaşadığımız kabusu kabul ediyor isek, iyi rüyaları ve bu alçak kapitalizmi yenebileceğimizi de kabul edebiliriz. Kaybedecek zincirlerimizden ve ömrümüzden başka bir şey yok. Bu memleket insanına rahat, huzurlu, adil bir ölüm bile reva görülmüyorken, yaşam hakkımızı kazanacağımız bir dünya var. Evet, maalesef ki adil bir ölüm hakkımız için mücadele etmek zorunda kalıyoruz. Kadın cinayetleri ve her tür önlenebilir ölüm için yıllardır yürüttüğümüz mücadele gibi işte…

“Başına Gelen Başmakçıdır”

Son olarak; bugünlerin en iyi haberi nedir biliyor musunuz? Mucize kurtuluşlar kuşkusuz tüylerimizi diken diken ediyor ama iyi haber onlar değil şu; İstanbul’da depremde riskli olduğu saptanan okullar tahliye edilecekmiş. Esas mesele olan enkaz olmadan gereğini yapmak konusunda umut veriyor bu haber.

Bizi gerçekle yüzleşmekten alıkoymak için sürekli “mucize” izletenler bilsin ki, bilimsel olarak enkaz olduktan sonra kurtulmak ilk anlarda biraz mümkün, sonra sadece %1-4 oranında imiş. İlk yarım saatte çıkabilenler çıkar, kalan %80 ölür ve ancak istisnai kurtuluş olur diyor bilim insanları. Ana akım gerçekleri gizlemeye çalışsa da, bu dünyanın bütün güzelliklerini canlı emek gücüyle yaratanlar, dünya nüfusunun %99’u, gerçeği biliyor çünkü bizzat yaşıyoruz. Ve buna rağmen sadece Türkiye’de değil, deprem ve doğal afetlerin yıkıcı sonuçlar yarattığı tüm ülkelerde, sadece kendimizi değil,  %100’ü yaşatmayı da biliyoruz, maden işçilerinin kurtarma çabası buna iyi bir örnektir. O enkazların oluşmasından da kurtulabiliriz. Aklımız ve ellerimizle, bilimle ve mantıkla, etik ve adaletle, bize ölümü reva görenlerin bile deprem yüzünden ölmediği hak ettikleri medeniyete kavuştukları ve tüm sorumluların evrensel hukuk ile yargılandığı bir dünya için mücadele zamanındayız. Hesap sorarak ve geleceğin hesabını yaparak, bilimden öğrenerek, ayağa kalkıp omuz omuza ilerleyeceğiz.

Bu memlekette, Mikdat Kadıoğlu’nun dediği gibi “tedbir” kültürü olmayışını da tersine çevirelim. “Dereyi görmeden paçaları sıvayalım”. Kaldı ki dere, yani Marmara depremi açık açık görünüyor. “Doğmamış çocuğa fistan biçelim”, o giymez ise başka bir çocuk giyebilir. Mikdat Hoca kültürümüzde tedbir ile ilgili deyim, atasözü bulamadığını da söylüyordu. Ben de merak edip aradım ve işte buldum: “başına gelen başmakçıdır” diye bir sözü var imiş. Başından bir iş geçmiş olan kimse o işte deneyimli olur, uğradığı zarara bir daha uğramamak için önlem alırmış…

*

Bizim ülkemizde ve elbette Suriye’de ve Afganistan’da ve İran’da ve Hindistan’da ve bu dünya yüzünde deprem ve tüm diğer doğal ya da doğal olmayan afetlerde, adil bir ölüme bile kavuşamayan kim varsa; tüm kadınlar ve tüm dünya kardeşlerimiz için,

Ölümde değil yaşamakta eşit ve özgür olmak için savaşmak, utanç duymadan yaşamak için tek sebebimizdir.

Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.

İlgili Yazılar

Post

Kesinlikle Ayrı Dünyaların İnsanlarıyız

Post

Bu Gurur Hepimizin

Post

Görev Kadınlarda

Post

Yaşasın 8 Mart, Yaşasın Özgürlük

Post

İliç’te Kuşlar Uçmuyor

Post

Depremde Kadının Adı Yok

Post

Evlere Bırakılmak Değil, Hayata Karışmak İstiyoruz

Post

Hiç Olmamak Ya da “Vitrin Olmak”; İkisine de Mecbur Değiliz

Post

Medeni Kanun İçin Mücadelemiz Herkes İçindir

Post

Kadınları Özgürleştiren Kentler İçin

Post

Kadınlar İçin Esnek Değil Tam ve Güvenceli İstihdam

Post

“Femonasyonalizm” ve Enternasyonalizm

Post

İklim Krizini de, Kadın Cinayetlerini de Durduracağız

Post

Sınırları Aşıyoruz

Post

Medeni Kanuna Dokundurtmayacağız

Post

Yoksulluğun Pençesinden, Şiddetin Gölgesinden Kurtulacağız

Post

Kadın Cinayetlerinin Gizlenen Boyutu

Post

Demir Çeneli Melekler

Post

Kadın Cinayetleri Ülkesi Olmayacağız

Post

İran ve Büyük Anlatılar Üzerine

Post

Mucize Değil Medeniyeti Getireceğiz - I

Post

Mucize Değil Medeniyeti Getireceğiz - II

Post

Seçimler Gösterdi: Eşitlikçi Feminizm Şart

Post

Kapattırmadık

Post

Kadınlar Laiklik ve Özgürlük İçin Yürüyor

Post

İntihar Denileni Şüpheli Bırakmayacağız