
Kıyafetime Karışma
Geçtiğimiz hafta sonu Ankara Barosu Toplumsal Dava ve Hukuk Araştırmaları Merkezi(TODAM) “Toplanabilir miyiz? Protesto Hakkı” başlığında bir konferans düzenledi. Çok da iyi yaptı, sayelerinde toplandık ve ifade özgürlüğüyle iç içe olan protesto hakkını, evriminden başlayarak bütün boyutlarıyla iki gün boyunca konuştuk.
Epey zaman önce planlanmış ama çeşitli sebeplerle yapılamamış olan konferansın zamanlaması da isabet oldu. Gerçi bizim ülkemizde ifade özgürlüğü ve protesto hakkı her gün ihlal ediliyor, yüzlerce deneyim ve dava biriktirmiş durumdayız. Ama tam o sırada Fatih Altaylı tutuklanıyor, küpesi nedeniyle üniversite sınavına alınmayıp kapılarda kalan genç arkadaşımızın kıyafeti tartışma konusu yapılıyor, Onur Yürüyüşleri yine yasaklanıyordu. Ve birbirinden çok ayrı gibi görünse de, bütün bunlar birbiriyle ilişkiliydi. Nitekim izleyen haftada da hak gaspları devam edecek, muhalif kanallara yayın durdurma cezaları verilecekti.
Geldiğimiz noktada bu gasp, bir anlamda temel ifade hakkımız sayabileceğimiz “seçme seçilme hakkına” kadar uzandı ve bütün bunlar nüfusun yarıdan fazlasının açlık sınırının altındaki asgari ücretle yaşamaya çalıştığı ortamda yaşanıyor.
Gıda ve kira enflasyonunda OECD ülkeleri arasında birinciyiz. Hayat pahalılığı öyle bir noktadaki, şöyle söyleyeyim; komşu ülkeler bir zamanlar avantajlı olduğu için alışverişe bize gelirken, bizim dolduramadığımız sepetleri artık onlar da doldurmuyorlar, AVM’ler boş. Tam tersine fahiş yurtdışı harcına ve döviz kuru farkının dezavantajına rağmen, biz yurtdışından alışveriş yapmaya çalışıyoruz, ne tuhaf değil mi? İşte böylesine çarpık bir ekonomideyiz, düşünün.
Durum böyleyken Temmuz ara zammı her zamankinden de çok ihtiyaç iken, Bloomberg'in haberine göre “ekonomi bürokrasisi” (haber böyle diyor) ara zam yapılmayacağını netleştirmiş. Hükümet, “finansal istikrarı” ve “enflasyon hedeflerini” gerekçe göstermiş, nasıl bir eğitim aldıkları merak uyandıran bu bürokrasi de inanmış demek ki… İstikrar ve enflasyonla ilgili gerçekler ortada ve bürokratlar bile yurtdışında tatil yapıyor iken buna onlardan başka inanan da yok.
Ülkenin iki ana meselesi; ekonomi ve demokrasi olmaya devam ederken, ikisinde de giderek ağırlaşan gerçekleri dile getirenleri susturmak için yapılan yeni tutuklamaların, yeni ihlallerin öne sürülen gerekçelerine de haliyle kimse inanmıyor. Tıpkı kadın cinayetlerinde öne sürülen bahanelere kimsenin inanmadığı gibi.
*
Ankara Barosu TODAM’a, hem ulaşmakta çok zorluk çektiğimiz, 19 Mart sonrasında daha da ihtiyaç olan protesto hakkı ihlalleriyle verileri derledikleri, hem de davetleriyle tam da bu konunun kadın cinayetleriyle bağlarını konuşma imkanı verdikleri için çok teşekkürler… Protestonun uygulanabilirliği ve idarenin eşitsiz yaklaşımını kadınlar bakımından ele almam istenmişti ve konunun birden çok katmanı vardı. Bir yanda çok somut olarak görülen; kadın ve LGBTQ+ mücadelesinde eylem yasakları, haksız gözaltı ve tutuklamalar, kurumlarımıza açılan kapatma davaları, sosyal medya adreslerimizin engellenmesi ve daha bir dizi baskı var. Daha derin katmanda ise, kadın cinayetlerinde somutlaşan ama belki ilk bakışta anlayamadığımız temeldeki esas çekirdek olan, kadınların kendi hayatına karar verme, yani kendini ifade etme hakkı var.
Bu ülkede kadınlar kolayca öldürülebildiği için ifade özgürlüğü yok, demokrasi yok, eşitlik yok. Kadınlar karar haklarını kullanmak, kendilerini ifade etmek için ölümü göze alarak direnmek zorunda.
Kadınların protesto hakkının uygulanabilirliğinin önü daha en baştan, en ağır biçimde; kadın cinayetleri ile kesilmeye çalışılırsa, bu baskının kendisini protestoya çeviren bir kadın mücadelesi de doğar ve büyür. Öyle de oldu. Bu anlamıyla kadın cinayetlerini durdurmak için verilen mücadele, genel sınıflamada şiddete karşı konumlandırılsa da, esas yapıtaşlarında her türlü ifade hakkı, protesto hakkı ve direnme hakkı bulunuyor.
Keyfi engelleme ve yasaklar ise hakkını arayan herkes için tüm söz konusu ama kadınlar bu ihlalleri de son derece orantısız yaşıyor. Örneğin boşanmak istediği için öldürülen erkek olmadığı gibi, kadın eylemleri ve gece yürüyüşleri engellenirken, nafaka karşıtı erkeklerin engellenen eylemi de yok, üniversite sınavına şortla girdiği için kıyafeti konuşulan erkek öğrenci de yok. Son YKS sınavında yaşanan “kıyafet” tartışması da, kadınların yaşadığı kendini ifade hakkına yönelik baskının bir örneği. Konunun küpesini çıkamadığı için sınava alınmamaktan, alakasız biçimde kıyafet kombinine ve şorta nasıl gelebildiğini başka türlü anlamak mümkün değil. Çünkü öne sürüldüğü gibi sınav kıyafet yönetmeliğinde şortla ilgili bir madde yok. Öne sürülen diğer mesele olan erkek öğrencilerin dikkatinin dağılabileceği konusunu ise nereden tutmalı bilemedim? Bu dikkat sadece erkek öğrenciler de mi var? Ve şort görünce neden bu kadar kolayca dağılıyor gibi sade sorular bir yana; evrensel bir suç olan “mağdur suçlayıcılardan” ve hep kadınlar aleyhine çalışan “tahrik indirimlerinden” bir farkı olmadığını söyleyerek konuya geleyim. Ayrıca küpenin boyutu tartışmalı, başka sınav merkezlerinde kimliksiz dahi sınava alınan öğrenci olmasının yarattığı çifte standart tartışmalı ama asıl konu, kadınların kıyafet özgürlüğünün tartışmalı hale getirilmesidir. Bunun genç kadınlara daha kolay yapılabilmesi ve gençlerin gelecek sorunu gibi dev bir sorun ortada dururken, bunu hiç konuşmayanların kıyafet konuşmaya çok meraklı oluşudur.
Geçtiğimiz dönemde bir okul müdürü bir öğretmenin etek ve ayakkabısının “uyum ve barış ortamını bozduğunu” iddia etmiş, yine lise mezuniyet töreninde kısa etek ve kolsuz giysi nedeniyle birçok öğrenci törene alınmamıştı. Dolayısıyla kıyafetimize karışılması ilk kez başımıza gelmiyor ama son yıllarda daha sık duyar olduk. Yıllar önce yarattığı etkiyle ülke ve dünya gündemine oturan “Kıyafetime Karışma” yürüyüşleri boşuna yapılmadı... Pantolon giyme mücadelesinden Gece yürüyüşlerine, kadın mücadelesinin tarihi boşuna yazılmadı. Kadınlar istediği gibi giyinecek, istediği gibi yaşayacak. Protesto hakkımızın engellendiği her durumda nasıl yeni yollar bulduysak, 19 Mart günü genç insanlar barikatları yılarak hem en temel klasiklerle, hem de Pikaçu’dan Mevlana’ya her türlü yaratıcılık ve mizahla nasıl direndiyse, direnme hakkı için öyle direnecek bir toplum var.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.