Sorun ‘İnceller’de Değil İçimizde, O Kutsanan Ailenin Tam Göbeğinde, Kutsayanların Zihninde! Yağmur Yağar Ama İktidar Islanmaz
11 Ekim’e “Dünya Kız Çocukları Günü” demişler, peki bu özel gün niye var? Cevabı, bu özel günde buluştuğum, her biri İkbal gibi, Ayşenur gibi, öldürülen tüm kadın ve kız çocukları gibi “vazgeçilmez cihan parçası” olan kız çocukları öyle güzel verdi ki… Ne yaşadıklarının, hak ve özgürlüklerinin farkında ve çok neşeliydiler, kimse neşelerini çalamasın, güzel gülüşleri hiç solmasın. Oğlan çocuklar için böyle bir gün yok, onlar biliyordu ama çocukluğu çoktan geride bırakmış bazı erişkin erkekler -bu soru üzerine bir gram düşünmemiş olmalı ki- kendilerine “Erkekleri Koruma Derneği” kurmuşlar, iyi mi? Kadın cinayetleri, çocuklara zulüm, şiddetin her türü giderek artarken, “Nafaka Karşıtları Derneği”, “Boşanmış Mağdur Babalar Derneği” gibi erkek derneklerine yeni biri, böylesi eklenmiş.
Neden kız çocukları günü var sorunun cevabına sadece “Narin” demek, “Sıla” demek yeterdi… Şimdi, şiddetin kökeni için “incel” konuşuluyor, “ruh sağlığı” konuşuluyor, bizi sorunun kökeninden uzaklaştıran ne varsa o konuşuluyor ya, işte bu derneği size, mesele onlar değil, hatta bu dernek bile değil, bu koşulları yaratan siyasettir demek için anlatıyorum.
Çünkü incel içimizdedir. Hem de o kadar içimizdeki; hani o kutsanan aile var ya, orada, tam o kadar içeride. Kadınların yaklaşık yüzde doksanı, birbirini çeşitli ağlar vasıtasıyla tanıyan inceller tarafından değil, kocaları ya da birlikte oldukları erkek tarafından yani birbirini hiç tanımayan ama ortak bir kalıpla cinayet işleyen erkeklerin eliyle can veriyor.
Buz Gibi Biliyorlar Sorumlu Olduklarını
Narin öldürülürken de, neredeyse bütün aile oradaymış ve içlerinden biri bile nasıl olup da bunu yapamayız dememiş mesela. Buna inanamıyoruz değil mi? Ama bu derece büyük bir felaket, tıpkı iktidardaki yöneticilerin hiçbirinin, izledikleri aile politikalarının sonuçlarına bakıp, ‘bunlar bizi bu kadar felaket bir yere getirdi, işe yaramıyor olabilir mi?’ sorusunu sormamasına benziyor. Bir kişinin bile bu çok temel mantık sorusunu sormaması, Narin’in öldürüldüğü anda o evde olan aile üyelerinden birinin bile tavır almaması kadar inanılmaz bir durum. Soru sormak yerine, tek bir ağızdan, yaşadığımız ağır kayıpların İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekmekle ilgisi olmadığını söylemeye ne kadar meraklıymışlar. Cansız bedenler ortada duruyorken, yenisiyle eskisiyle Aile Bakanları sıraya girmiş, eski bakan Derya Yanık da yerini almış, sözleşmeden imza çekmelerini aklamaya çalışıyor. Durum bir yandan şiddet suçu işleyen erkeklerin aklanması, cezasızlıkla ödüllendirilmesine benziyor, öte yandan da kendilerini aklama çabasına. Söylemiyorlar ama buz gibi biliyorlar sorumlu olduklarını.
Birincisi, bu erkekler ruh hastası da değiller, şiddetin kökenini böyle ele almak gerçeği gizlediği, çözümden uzaklaştırdığı gibi, sağlıklı kişilere göre hiç de yüksek suç oranlarına sahip olmayan ruh sağlığı hastalarını damgalamak anlamına geliyor, haklarını ihlal ediyor. İkincisi kadın cinayetlerinin yarıdan fazlası boşanma ya da ayrılık aşamasında ve ateşli silahla işleniyor. Bu kişiler “ruh hastası” ise, bu silahları nasıl alabiliyorlar? Üçüncüsü, şiddet bir ruh sağlığı sorunu ise sıkça şiddete başvurulduğunu açık açık izlediğimiz TBMM’yi ne yapmalıyız? Dördüncüsü, bizim bir kadın cinayeti davamızda fail gerçekten tanı almış bir ruh sağlığı hastasıydı ve hakim yalnızca cinayet işlediği dönemde ilaçlarını alıp almadığını sordu. Tedavisine devam ettiği dönem olduğu anlaşılınca ceza indirimi vermedi, görevini iyi yaptı. Çünkü beşincisi, kadın katilleri indirim almak için bu yola başvuruyor, hasta olduklarını iddia ediyorlar ve şiddeti böyle açıklamak failleri aklıyor, şiddeti normalleştiriyor.
İstanbul Sözleşmesi’nden Sonra Cinayetlerin Hızı Arttı
Peki ben bu kadar maddeyi neden yazdım? Çünkü ruh sağlığından, alkole geçmek çok kolaydı ve geçildi. Sözleşmeden imza çekilmesi sonrasında ve kadın haklarının tartışmaya açıldığı her durumda şiddetin yükseldiğini, veriler ile göstermeye gerek bile yok, her gün gündeme düşen yetişemediğimiz haberler ziyadesiyle açık bir kanıt. Ama yetkililer kendi görevleri olduğu halde tutmadıkları verileri görmek isterlerse, işte bir kanıt; bize böyle diyeceklerini öngördüğümüz için İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekilmesinin kadın cinayeti ve şüpheli ölümler üzerinde bilimsel istatistik bir metotla da araştırmasını yaptık. Sonuçlar; her iki ölümlü durumun da hızının arttığını ve çok can yakan biçimde gebe, engelli ve çocuklu kadınların öldürülme oranlarında artış olduğunu gösterdi. Kanıtı buradadır: En çok korunması gerekenlerin daha çok öldürüldüğünü, o çok kutsanan annelik durumunun öldürülmemek için bile nazara alınmadığını gördük. (https://journals.sagepub.com/doi/abs/10.1177/00302228241271702?journalCode=omea)
Bu memlekette kadınlar, kendi hayatlarına öldürülmeden karar verebilmek için her yolu deniyorlar. Bu memleketteki erkekler, insanlık tarihinde her hukuk düzeninde, her inanç düzeninde düzenlenmiş olan “boşanmak” kararı kadından geldiğinde, buna izin vermemek için her yolu deniyor, kadınları öldürüyorlar. Hatta çocuklarını ve bazıları bu korkunç yok etme eylemini gerçekleştirdikten sonra kendilerini de… Artık kadın cinayetlerine, şüpheli kadın ölümlerinden sonra, “ikili ölümler” ekleniyor. Eylül ayında işlenen 34 kadın cinayetin faillerinden 12 erkek intihar etti. İntihar da, kişinin kendine yönelik öz yıkım olarak üst boyutta bir şiddet biçimidir ve bir insan hiç istemesek de kendi hayatını sonlandırma kararı alabilir. Ama sadece kendi hayatını. Kadınların, çocukların, başka canlıların değil.
Özgürlük Azalırsa Şiddet Artar
Öldürme hakkı diye bir hak yok, boşanma hakkı var. Ve hak olmayan hiçbir şey, haklardan üstün değildir. Özgürlükle ilgili olmayan hiç bir şey, özgürlüklerden üstün değildir.
Bir memlekette siyasi istikrar yoksa şiddet vardır. Tam ters orantılı. Siyasi istikrarı oluşturan ölçekler ise tam da hak ve özgürlükler işte: Ekonomik durum, hukukun üstünlüğü, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, yolsuzlukla mücadele ve işte bu yağmur yağar ama iktidar ıslanmaz durumunu açıklayan önemli gösterge: hesap verebilirlik. Bizde bunların bir tek tanesi yok, o yüzden şiddet var.
İkincisi; bir memlekette eşitlik yoksa şiddet vardır, yine ters orantı. Ama bu orantıyı düze çevirecek olan eşitlik, sadece cinsiyetler arasında değil bütün eşitsizler; ırk, dil, din, cinsiyet, etnik köken ayrımcılığa uğrayan herkes için, bütün halklar için geçerlidir.
Bu ülkenin esas bekaa sorunu, ekonomi kadar can yakan sorunu, yıllar içinde sayısı binleri, şekli korku filmlerini bulan kadın cinayetleridir. İşin hem üzen hem sevindiren yanı da, hepsinin önlenebilir olması. Kadın cinayetleri münferit değil sistematik olarak ve aniden değil tasarlanarak işleniyor. Bu da önleyebilmemizi sağlıyor: elbette durduracağız.
6284 uygulanacak, İstanbul Sözleşmesi yaşayacak; kadınlar yaşayacak, çocuklar gülecek.
11 Ekim’de ve her gün…
*İncel: İngilizcede istemsiz bekârlar anlamına gelen “involuntary celibate” kelimelerinin birleştirilmesi ile oluşturulmuş, kendileri istemelerine rağmen romantik veya cinsel partner bulamamaları ile tanımlanan bir internet alt kültürünün üyelerini tanımlar.
*Bu yazı 13.10.2024 tarihinde gazetepencere.com’de yayınlanmıştır.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.