Post

Çekirdek Bir Aileydik

Narin’in babası Arif Güran, serbest kaldıktan sonra yaptığı ilk açıklamada birçok şey söyledi ama en çok dikkatimi çeken “çekirdek bir aileydik” vurgusuydu. 

Yaşadığımız tragedyanın temelinde yatanın ne olduğunu apaçık söyledi. Olur da, ancak bu kadar olurdu. İktidar yıllardır, bakanlıkların adını değiştirmekten İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekmeye, ellerindeki tüm imkânlarla aile şuraları yapıp sonucunda medeni haklara saldırmaya kadar, bu çekirdek aileyi korumak için her şeyi yapmıştı oysa. 

Esas içinde yaşayan gerçek kişilerin; kadınların, çocukların ve evet çoğunlukla açlık sınırının altında ücretle çalıştırılan babaların da hakkı olan dev bütçeleri, onları korumak yerine kendi gerici emellerine yatırdılar böyle böyle. Her adımları yeni kadın cinayetleri, yeni çocuk istismarlarına yol açtı, seyrettiler, yokmuş gibi yaptılar. Narin’in köyünü suskunlukla suçluyorlar ya -ki konuşanlar var- asıl suskun yıllardır başka her tür konuda yüksek perdeden konuşurken şiddet karşısında sadece seyreden iktidardır. Tıpkı seçimlerdeki gibi, ellerindeki maddi manevi her imkanı, toplumlara tesirde kullanılan en güçlü araçları ve gücü, kötüye kullanarak gittikleri bu yol, Tavşantepe’de bir küçük mezar ile kesildi şimdi.

Ama bir dakika; her kötülük “dış güçler” ile açıklanmalıydı. Bunu deneyimleyip öğrenmiş olan Güran ailesinin diğer fertleri -kimin yazdığı belli olmayan- açıklamasında da öyle yaptı; bir küçük kız çocuğunun o sınırlı ve kapalı ilişkiler içinde öldürülmesini dış güçlerle açıkladı. Arif Güran’ın çekirdek aile vurgusu ise Narin’in dünya tarihinde “en iç güç” olarak var olan çekirdek ailenin kurbanı olduğunun itirafı oldu. İktidarın aile odaklı politikalarının ve hakkımız olan her şeyi boşa harcadığının da ispatı.

Öte yandan Arif Güran, günlerdir kafa karıştırıcı biçimde konuşulan ilişkiler ve aşiret bağlamına karşı “biz de, ülkenin diğer her tarafındakiler gibiyiz, “normal” bir aileyiz” demek istiyor, bir anlamda “modern aile” ile savunma yapıyor gibiydi. Bunun kendi fikri olup olmadığını ve daha sonraki açıklamalarında neler diyeceğini de henüz bilmiyoruz. Ama ben savunmak için değil, bilakis tam tersine feodal olanının da, modern olanının da öyle matah bir şey olmadığını söylemek için bu konunun üzerinde duruyorum. Hatırlayın; Garipoğlu ailesi de yıllar önce İstanbul’un göbeğinde benzer şekilde davranmış, yine çocuk statüsündeki Münevver Karabulut’u hunharca öldüren oğulları Cem için cinayet mahallinde delilleri karartmış, faili saklamış, uzun süre sessiz kalmıştı.

Öldürülenin o ailenin kendi çocuğu olup olmaması ceza kanununda suçun niteliğini değiştiriyor, cezayı ağırlaştırıyor ama evrensel hukukta bunun bir insanlık suçu olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Demek ki neymiş; modern olanının da bozuk tarafı varmış değil mi?

Bu memlekette tek bozuk aile Güran ailesi mi? İşte aynı günlerde ülkenin diğer ucunda 2 yaşında Sıla bebeğin nasıl bir istismara maruz kaldığını da gördük. Ne zamandır erkeklerin kadın cinayeti yanında çocuk cinayeti işlemeye başladığını anlatıyoruz. Ayrıca bu kadar büyük insanlık suçuna bulaşmasına gerek yok; “normal” olanının da içine bir bakalım. Olması gereken şefkat, özen, dayanışma var mı? Tüm üyeleri için eşit hak ve özgürlükler var mı? Erkeğin egemen ama bu nedenle de tüm mali sorumluluğu üstlenmesi gereken olduğu, kadınların ve çocukların köle, gençlerin hayatının bir hiç, yaşlıların ve engellilerin de yük olarak görüldüğü bir ailenin neresi iyi, neresi kutsal olabilir?

Marks Feuerbach Üzerine Tezler’in dördüncüsünde bu dünyevi aile ile kutsal olanı arasındaki ilişkiyi gördüğümüzde, doğru soruları sorabileceğimizi söyler: “Yani, örneğin kutsal ailenin sırrının dünyevi aile olduğu keşfedildikten sonra, ikincisinin de teorik ve pratik olarak yok edilmesi zorunludur”.

Günlerdir muhalefetin de zaman zaman yaptığı gibi bu vahşeti sadece “gelenek” ile sadece belli bölgelerde oluyormuş gibi, sadece feodal ilişkilerden kalan bir tortuymuş gibi ele alan yorumlayış hatalıdır. “Coğrafya kaderdir” anlamına gelen bu yaklaşım değişmelidir. Coğrafyanın kaderi değiştirilebilir. Nitekim Kürt kadın hareketinin, bölgeye atfedilen kaderi değiştirmek için çok önemli bir mücadelesi ve kazanımları var.

Marks tezlerin bir öncekinde; üçüncü tezde ise şöyle der: “Koşulların değiş[tiril]mesi ile insan etkinliğinin ya da insanın kendisini değiştirmesinin çakışması, yalnızca devrimci pratik olarak kavranabilir ve akla uygun şekilde anlaşılabilir”. Narin üzerine de, duygusal yorumlar yapmak yerine içinde yaşadığımız koşulları değiştirmek için, akılla anlamak ve mücadele etmek gerekiyor.

Günlerdir çocuk istismarı, boyutları, şiddet, aşiret, tarikat, devlet ilişkileri ve bu gündemin nasıl ele alındığı, iletişim araçlarının rolü üzerine tonlarca konu konuşuluyor. Ağdalı bir duygusallık ya da magazinleştirerek esas politik sorunun üstünü örtmeye varmadığı, şiddetle mücadelede işimize yarayacak biçimde ele alındığı sürece konuşulması iyi de oluyor. Ben de, bütün bu çoklu durumun içinde birbiriyle çelişen iki olguya dikkat çekmek istiyorum; iktidarın suskunluğu ve bunun tam tersi biçimde toplumun ayağa kalkması.

Toplum uzun zamandır görülmeyen biçimde ülkenin dört bir yanında ayağa kalktı. Özgecan Aslan, Emine Bulut ve sayısız kadın cinayeti, Şule Çet gibi şüpheli ölümler için ülke çapında verilen tepkiler maalesef son dönemde durgunlaşmıştı. İktidarın berbat hale getirdiği ekonomik koşullar ve şiddeti körükleyip toplumu ölümlere alıştırmayı deneyen siyaseti, bu durgunlukta başlıca faktördü. Ama gördük ki, bu ülkenin halkları bu koşullarda da buna izin vermiyor, bir çocuğun hayatını sahipleniyor. Narin’in bulunmasını sağlayan esas kahraman toplumun bu mücadelesidir. Bu noktada Diyarbakır Barosu’na da teşekkür borçluyuz; her yeni bilginin daha çok kafa karıştırdığı ortamda, evrensel hukuka yakışan yaklaşımla doğru bilgileri verdikleri ve emekleri için. Son açıklamalarındaki “ilk gün aile üzerinde durulsaydı, Narin bulunabilirdi” bilgisiyle aynı gün telefon kayıtlarının çözülmesiyle öğrendiğimiz “henüz bende değil, daha ölmemiş” sözlerinin çakışması ise tarihimizin en büyük dramlarındandır. Bu ülkede doğru düzgün bir hukuk sistemi olsaydı, Narin’i ölümün elinden alacaktı. Bu kurtarılma öyküleri sadece dizilerde değil, gerçek hayatta olabilir, oluyor da. Toplum kendi rolünü oynuyor, kimsenin yakınmaya hakkı yok. Karamsarların söylediği gibi bir süre sonra dinmeyebilir bu tepki, eğer önümüze anlamlı bir politik hedef koyabilirsek başka bir tavra dönüşüp kadınları, çocukları, milyonları ya doğrudan öldüren ya da açlık sınırının altında ücretle yaşatan siyasete son verebilir.

İşte kadın mücadelesi tam bunu yaptı; bu keşmekeş ortamında, yakınmak ya da talep etmek yerine “Biz yazdık, biz uygulatacağız” diyerek, çok güçlü bir basın toplantısıyla 6284 seferberliği başlattı. Tam doğru zamanda, tam kendine yakışan biçimde güçlü kadın dayanışmasıyla başlayan seferberliğin elinden, görevini yapmayan hiçbir kamu görevlisi ve içinde iyilik olmayan hiçbir aile kurtulamayacak. Narin’in mezarına gidip o fail gelinlikleri toplayıp okul çantası önlük koyan, Narin adına yüzlerce fidan diken, ülkenin dört bir yanında eylemler yapan, yapamadığı yerde mumlar yakan, günlerdir elinden ne gelirse onu yapan, bu gidişata itiraz eden herkesin yapabileceği başka bir şey daha var: 6284 seferberliğine katılmak.

Herkesin bulunduğu noktada yapabileceği çok şey var, bunları daha somut ve ayrıntılı ele almaya devam edeceğiz. Birlikte seferber olduğumuzda, Narin’i, o adamın eline geçmeden “daha ölmeden” kurtaracağız.

*Gülsüm Kav’ın bu yazısı ilk olarak 15 Eylül 2024 Pazar günü Gazete Pencere’de yayınlanmıştır.

Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.

İlgili Yazılar

Post

New York Sokaklarında Asıl Anlatılması Gerekenler

Post

Çekirdek Bir Aileydik

Post

Her şeyi Gizleyen TÜİK, Ölümleri Gizleyemiyor

Post

Ücret-Fiyat Sarmalı Yok, Şiddet Sarmalı Var

Post

Biz Maraba Değiliz

Post

Bizi Bu Havalar Mahvetmeyebilir

Post

Bu Gurur Hepimizin

Post

Kesinlikle Ayrı Dünyaların İnsanlarıyız

Post

“Maarif” Modelinde Kadının Adı Yok

Post

Aile Genelgesi’nin Arkasında Neler Var?

Post

Silahlar, “İkili Ölümler” ve Evrensel Haklarımız

Post

Çocuklar Ölmesin, Dondurma da Yiyebilsinler

Post

Büyük Onur Yürüyüşümüz

Post

Reisçilik Sistemi İle Yok Olan Aileler ve Soyadı Hakkı. İyi Mi Oldu AKP?

Post

“Amores Perros”: Köpek Sevgisi

Post

Görev Kadınlarda

Post

Yaşasın 8 Mart, Yaşasın Özgürlük

Post

İliç’te Kuşlar Uçmuyor

Post

Depremde Kadının Adı Yok

Post

Evlere Bırakılmak Değil, Hayata Karışmak İstiyoruz

Post

Hiç Olmamak Ya da “Vitrin Olmak”; İkisine de Mecbur Değiliz

Post

Medeni Kanun İçin Mücadelemiz Herkes İçindir

Post

Kadınları Özgürleştiren Kentler İçin

Post

Kadınlar İçin Esnek Değil Tam ve Güvenceli İstihdam

Post

İntihar Denileni Şüpheli Bırakmayacağız

Post

Kadınlar Laiklik ve Özgürlük İçin Yürüyor

Post

Kapattırmadık

Post

Seçimler Gösterdi: Eşitlikçi Feminizm Şart

Post

Mucize Değil Medeniyeti Getireceğiz - II

Post

Mucize Değil Medeniyeti Getireceğiz - I

Post

İran ve Büyük Anlatılar Üzerine

Post

Kadın Cinayetleri Ülkesi Olmayacağız

Post

Demir Çeneli Melekler

Post

Kadın Cinayetlerinin Gizlenen Boyutu

Post

Yoksulluğun Pençesinden, Şiddetin Gölgesinden Kurtulacağız

Post

Medeni Kanuna Dokundurtmayacağız

Post

Sınırları Aşıyoruz

Post

İklim Krizini de, Kadın Cinayetlerini de Durduracağız

Post

“Femonasyonalizm” ve Enternasyonalizm