Tarihsel Çelişki
Fiziksel dünyamızın karmaşık ve belirsizliklerle dolu yapısı hızla evrilirken, sınıflar mücadelesi hayatın ritmi içinde keskinliğini koruyarak her coğrafyada kendine ait mücadele biçimleriyle varlığını hissettirmeye devam ediyor. İnsanlar, bu sınıfsal çelişkilerden doğan örgütsel dinamikler aracılığıyla daha adil bir geleceği inşa etme mücadelesini kendi öz örgütleriyle sürdürüyor. Burjuvazi ve proletarya arasındaki tarihsel çelişkinin ancak güç ve örgütlenmeyle aşılabileceği gerçeği, günümüz toplumsal dönüşüm mücadelesinde temel bir çıkış noktasını oluşturmaktadır.
Tarihsel olarak varlığını sürdüren bu sınıfsal çelişkiyi aşabilmek için, öncelikle eşitsizliklerin temelini oluşturan ekonomik, siyasal ve sosyal yapıları oluşturan sistemin ortadan kaldırılması gerekmektedir. Yaşadığımız gezegenin kaynaklarının bolluğu, açlık ve yoksulluğun insanlık için bir kader olmadığını açıkça gösteriyor. Kaynakların eşit dağıtımı temelinde kurulacak bir sistemin herkes için adil ve onurlu bir yaşamı sağlayabileceğine inanmak ve bu hedef doğrultusunda mücadele etmek, tahayyül edilen toplumsal değişimin ilk adımını oluşturacaktır.
Bugün kapitalist sistemin dayattığı ekonomik eşitsizliklere karşı mücadelede, asgari yaşam standartlarının sağlanması yönündeki talepler gelecek mücadele dinamikleri için büyük önem taşımaktadır. Asgari ücretin insanca bir yaşamı mümkün kılacak bir düzeye, örneğin 50.000 lira ve üstü gibi bir seviyeye çıkarılması, yalnızca ekonomik bir gereklilik değil, aynı zamanda insan onurunun korunması için de bir zorunluluktur.
Yaşadığımız yüzyılın teknolojik olanakları, bilgiye erişimi ve öğrenmeyi herkes için mümkün kılmaktadır. Bu bağlamda, dijital platformların birer ücretsiz eğitim ve öğrenme kurumu haline getirilmesi ve devletler tarafından eşit erişimin sağlanması, sınıfsal farklılıkların azaltılması için önemli taleplerden biri olabilir. Sosyal ve sınıfsal adaletsizliklerin ortadan kaldırılması, toplumun bir kesiminin “imtiyazlı” konumunun sona erdirilmesiyle mümkün olacaktır. Bu dönüşüm için herkesin Marksist olması gerekmez; ancak herkesin eşitlikçi bir felsefeyi benimsemesi, adil bir düzenin temellerine yaklaşmak için yeterli bir başlangıç olacaktır. Nihai hedef, ya herkesin insanca yaşaması için eşit fırsatlara sahip olması ya da hiç kimsenin ayrıcalıklı olmamasıdır.
Bugünlerde toplanan “Asgari Ücret Tespit Komisyonu” karşısında işçi sınıfı adına gerçekleri dile getirecek bir aktörün olmaması, sergilenen bu tiyatro oyunuyla halkın beklentilere sokularak kandırılmasına olanak tanımaktadır. Bu gerçek, artık görmezden gelinmemelidir. Türk-İş gibi sistem sendikaları, açlık ve yoksulluk sınırını açıklamakla sendikacılık yaptıklarını sanıyor. Oysa gerçeği adıyla çağırdığımızda, her şey çıplak gözle daha net görülebilir hale gelmiştir.
Uzun zamandır Emekçi Hareket Partisi’nin ekonomi çadırlarıyla kent merkezlerinde yaptığı tartışmalar, asgari ücretin gerçek rakamlarla konuşulmasının işçi ve emekçi halkın bilincinde bir karşılık bulduğunu göstermektedir. Gerçek rakamlarla konuşmak, meydanın boş olmadığını açıkça ortaya koymuştur. Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’daki yükselme dikkate alındığında, asgari ücretin 50.000 Türk Lirası bandında konuşulması, işçi ve emekçiden yana gerçekçi bir talebi ifade etmektedir. Ya herkesin banka hesabında bir milyar olmalı ya da hiç kimsenin.
Hayatımızı şekillendiren tüm bu toplumsal detaylar, temelde bir sistemden kaynaklanmaktadır. Kapitalist sisteme karşı olmamız gerektiğini birkaç temel soruyla açıklamak, meselenin anlaşılmasını kolaylaştıracaktır. Toplumsal hayatımızın ana eksenini oluşturan bu sistemin gerçek anlamda bir demokrasiye sahip olmaması, sorunların kaynağını oluşturuyor. Sistem, gerçek bir demokrasiye sahip değilse, toplum bir dizi meseleyle mücadele etmek zorunda kalır.
Kapitalist sistem, coğrafi özelliklere göre konumlanıp şekillenmiştir. Örneğin Avrupa kıtasında burjuva demokrasisinin sağladığı “güler yüzlü kapitalizm”, kimi sosyal haklarla varlığını sürdürürken, bizim gibi ülkelerdeki daha acımasız kurallar aynı sömürü düzenini farklı biçimlerde işletmektedir. Bu nedenle, ülkemizde halen demokrasi ve özgürlükler mücadelesinin veriliyor olması yaşanan sorunların temelini oluşturmakta. Halkın oluşturduğu devletin, halktan daha üstün özelliklere sahip bir kurum olarak tabulaştırılması ve insani değerleri unutarak başka çıkarların emrine girmesi, günümüzün temel sorunlarının başında gelmektedir. Türkiye’nin Ortadoğu’da üstlendiği koç başılık görevi bunun iyi örneklerinden birini oluşturmaktadır.
Ülkemizde hüküm süren kapitalizmin acımasız halinin gelişmiş kapitalist ülkelerden kategorik bazı temel farklar içerdiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Batılı kapitalist sistemlerin teorik olarak sunduğu bazı “özgürlükler”, fiziksel gerçeklikteki maddi koşulların eksikliği nedeniyle birer yanılsama haline gelmiştir. Avrupa’da bir emekli tatil yapabilirken, ülkemizdeki emekliler, yarın ekmek almanın kaygısıyla yaşamak zorunda kalmaktadır. Denizi görmeden, tatilin ne anlamına geldiğini bilmeden hayatını sonlandıran milyonların olduğu bir ülkede gerçekleri adıyla anlaşılır olarak konuşmak bir siyasal görev ve zorunluluktur. Bu nedenle yaşadığımız coğrafyada demokrasi, insan hakları ve özgürlük mücadelesi güncelliğini koruyan temel siyasal taleplerin başında gelmeye devam ediyor.
Bulunduğumuz coğrafyada, muazzam para akışlarının ve transferlerinin gerçekleşmekte olduğunu biliyoruz; ancak bu, toplumun büyük kesiminden gizlenmekte ve halk yoksulluk içinde yaşamaya mahkûm edilmektedir. Örneğin, 128 milyar liranın akıbeti unutulmuştur; çünkü insanlar, günlük geçim kaygılarından başka bir şeyi düşünemez hale getirilmiştir. Kapitalistlerin “kriz var, para yok” dedikleri zamanlarda bile, artı değerleri ceplerine indirip lüks içinde yaşamaya devam etmeleri, yasanan gelir eşitsizliklerini büyütmeye devam etmiştir. Bu durumu anlamak, kapitalist sistemin günlük yaşamımızdaki etkilerini ve sonuçlarını yaşadığımız yoksulluktan daha iyi bir örnekle anlatamayız.
Kapitalizmin temel sömürü metodu, emek sömürüsü üzerinden şekillenir. Bu sistem, düşük ücretlerle işçileri karnını doyuramayacak kadar maaşa mahkûm eder ve birikim yapma olanaklarını kısıtlayarak bireyleri sisteme bağımlı hale getirir. Devlet hizmetlerinden yararlanamayan işçi ve emekçiler, tüm hayatlarını hayatta kalmaya çalışarak mücadeleyle geçirirler. Bunun adil olmadığını biliyoruz, sistemin kan emerek beslendiği ve güç kazandığı tüm yaşam damarlarını kesip atmadan bunlardan kurtulmuş olmayız.
Kapitalist sistemin insan hak ve özgürlüklerin olmadığı, savaş ve kaosun hüküm sürdüğü krizlerle beslenen bir yapı olduğunu unutmamalıyız. Bu nedenle, sistemin eleştirisini yapmak, onu aşma fikrini gerçek anlamda konuşmakla mümkün olacaktır. Kapitalizm, kriz ve işsizlik üreterek varlığını sürdürür. Bu sistemin açlık, yoksulluk, savaş ve adaletsizlik gibi sorunları çözmeye niyeti yoktur; aksine, bunlardan beslenir. Toplumsal bir körlük yaratarak, kendini yeniden üretmeyi başarır.
Kapitalizmin yaşamımızdaki etkilerini anlamak, onun eleştirisini yapmaktan ve aşma fikrini tartışmaktan geçer. Gerçek eşitlik ve adalet için kapitalizmi aşmak zorundayız.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.