
Mütevazı Bir Teklif 5.0
Mütevazı Bir Teklif 5.0: Siyasal İslamcı Bataklık, Üç Çocuk ve Kiraz Hicvi
23 yıllık siyasal İslamcı düzen, Türkiye’yi bir bataklığa dönüştürdü: yoksulluk kalıcı hale geldi, açlık normalleşti, çeteler ve tarikatlar kurumsallaştı. “En az üç çocuk” çağrısı ise bu bataklığı büyütmenin başka bir adı oldu. Gerçek çözüm ise makyajlı reformlarda değil; bu düzenin kökten aşılmasında yatmaktadır.
Bugün Türkiye’de yoksulluk ve açlık öylesine derinleşmiştir ki, artık sıradan sosyal sorunlar olmaktan çıkmış, devletin kalıcı ve bilinçli politikası hâline gelmiştir. Siyasal İslamcı iktidarın 23 yılı aşkın süredir süren yönetimi, devletin tüm kurumlarını liyakatsizlik, yolsuzluk, keyfilik ve ideolojik kayırmacılıkla bir bataklığa dönüştürmüştür. Eğitim, sağlık, adalet ve ekonomi kronik krizlerle sarmalanmış; toplum bu krizler içinde nefessiz bırakılmıştır.
Çocuklar ve Kiraz Bataklığın Masumları
Bu bataklığın en çarpıcı yüzü, çocuklar üzerinden kurulan hicivlik tablodur. Yoksulluk sınırında yaşayan ailelerin çocukları, hem ekonomik yükleri hafifletmek hem de toplumsal krizleri “çözmek” için iktidarın gözünde kullanılabilir bir kaynağa dönüşmüştür. Açlık, işsizlik ve sağlık yoksunluğu ile baş eden aileler, çocuklarını adeta bir “sosyal kaynak” olarak değerlendirmeye zorlanmıştır.
Jonathan Swift’in hiciv mantığını hatırlamak gerekir: şoke edici ve akıldışı öneriler, toplumdaki adaletsizliklerin ve çürümenin aynasıdır. Erdoğan’ın yıllardır empoze ettiği “en az üç çocuk” kampanyası da tam olarak bu mantığın ironik bir devamıdır.
Nüfus artışı tüm krizleri sihirli bir şekilde çözecekmiş gibi sunulurken, Türkiye’de çocuk yapmak, ekonomik yükleri hafifletmenin ve toplumsal sorunları dengelemenin yeni yolu olarak pazarlanmaktadır. Oysa milyonlarca aile açlık sınırının altında yaşam mücadelesi verirken, çocuklar okula gitmek yerine sokaklarda çalışmakta; bazıları tarikatların ve cemaatlerin denetiminde ideolojik şekillendirme ve sömürü sarmalına itilmekte; bazıları ise yeni doğan çetesinin ölüm ve rant mekanizmalarının parçası olmaktadır. Bebeklerin dahi mafyatik ağların rantına konu olması, bu düzenin çürümüşlüğünü en çıplak biçimde gözler önüne sermektedir.
Ekonomik krizlerin hicivli sembolü ise kirazdır. Tek bir kirazın 8 TL olduğu bir ülkede, kiraz yiyemeyen milyonlarca insan vardır. Kiraz artık sıradan bir meyve değil; açlık ve gelir eşitsizliğinin somut göstergesidir. Kiraz yiyemeyen halk, çocuklarına kiraz alamamanın utancı ve çaresizliğiyle yaşamakta; iktidarın “en az üç çocuk” çağrısı ise bu trajediyi hicivle birleştirmektedir: daha çok çocuk, daha fazla kiraz ihtiyacı; fakat kirazın fiyatı, yoksulluğun kalıcılığı karşısında sadece acı bir simgeye dönüşmektedir.
Yozlaşmış Devlet ve Kalıcı Yoksulluk
Eğitim sistemi, torpil atamaları, sahte diplomalar ve hizipçi kadrolaşma ile çürütülmüştür. Akademi, bilimsel üretim yerine hizipleşmenin ve partizanlığın alanına dönüşmüş; toplumun en savunmasız kesimleri geleceksiz bırakılmıştır. Bu çürüme yalnızca bugünü değil, nesiller boyu sürecek bir gerilemeyi beslemektedir.
Sağlık sistemi ise kapitalist mantığın işlettiği bir “kârhane”ye çevrilmiştir. Kamu hastanelerindeki yetersizlikler, özel hastanelerdeki reçete yolsuzlukları ve mega şehir hastanelerinin rant projeleri, milyonlarca insanı temel sağlık hizmetlerinden mahrum bırakmıştır. Devletin özel sağlık kurumlarıyla kurduğu çıkar ilişkileri hukuksuzluğu normalleştirmiş; organ mafyasının bile rahatça faaliyet göstermesine alan açmıştır. Böylece insan hayatı, kârın önünde hiçbir değer taşımayan bir metaya indirgenmiştir.
Ekonomik veriler bu absürt tabloyu destekler niteliktedir. TÜİK’in makyajlı rakamlarına rağmen, bağımsız araştırmalar milyonlarca insanın açlık sınırının altında yaşadığını göstermektedir. Gelir eşitsizliği dramatik şekilde artarken, “daha çok çocuk” çağrısı daha çok işgücü potansiyeli ve tüketim kaynağı demektir; fakat bu, ailelerin daha da yoksullaşması, eğitim ve sağlık eksikliğinin derinleşmesi ve kiraz yiyemeyen çocuk sayısının artması anlamına gelir.
AKP iktidarı boyunca devletin tüm kurumları siyasal yozlaşma nedeniyle işlevsizleşmiştir. Yolsuzluk ve kayırmacılık adaletin, eğitimin ve sağlığın yerini almış; yoksulluk kalıcı hâle gelmiş; toplumun en savunmasız kesimleri kısır bir döngüye hapsedilmiştir. Bu bataklık yalnızca ekonomik veya kurumsal bir yetersizlik değil, siyasal İslamcı ideolojinin toplumsal yaşamın tüm alanlarına sızmasıyla büyüyen bir çürümüşlüktür. Çocuklar ideolojik eğitime tabi tutulmakta, kadınlar sosyal özgürlüklerini yitirmekte, medya ve akademi parti çıkarları doğrultusunda şekillendirilmektedir.
Devletin sosyal politikaları ise yoksulluğu azaltmak yerine kronikleştirmiştir. Yardım programları yetersiz, keyfi ve siyasallaşmış biçimde dağıtılmakta; kayyumlarla yönetilen belediyeler ve liyakatsiz atamalarla doldurulan kamu kurumları, milyonları günlük yaşam mücadelesinde çaresiz bırakmaktadır. Bu ortam, suç örgütlerinin, tarikatların ve yeni doğan çetesinin ölümler üzerinden rant devşirdiği karanlık bir düzenin kalıcılaşmasına yol açmıştır. Çocuklar hem ekonomik hem ideolojik olarak sömürülmekte, geleceksizliğe mahkûm edilmektedir.
Kapitalizmin neoliberal politikalarının sadık uygulayıcıları olan iktidar sahipleri, her şeyin parayla ölçüldüğü bir düzen yaratmıştır. İnsan hayatı, piyasanın çıkarları karşısında değersizleşmiştir. AKP’nin “dönüşüm” adı altında gerçekleştirdiği uygulamalar, eğitim ve sağlıkta kamusal erişimi imkânsız hâle getirmiş; kamu kaynakları özel çıkar gruplarına aktarılmıştır. Sosyal Güvenlik Kurumu bile yeni doğan bebeklerin üzerinden rant üretilen bir mekanizmaya dönüşmüş; toplumsal vicdanın sınırlarını zorlayan bir tablo ortaya çıkmıştır.
“En az üç çocuk” kampanyası bu nedenle yalnızca demografik büyüme çağrısı değildir. Aynı zamanda açlık, yoksulluk, kurumsal çürüme ve siyasal yozlaşmanın birleştiği absürt bir hicivdir. Daha çok çocuk, daha derin yoksulluk; daha çok çocuk, daha fazla sömürü; daha çok çocuk, daha büyük bir bataklık; daha çok çocuk, daha çok kiraz ihtiyacı ama kiraz yiyemeyen bir halk demektir. Bu tablo, toplumun en masum kesimi olan çocukların, bir iktidar politikası aracılığıyla hem ekonomik hem ideolojik sömürünün hedefi haline geldiğini gösterir.
Çözüm Özgür ve Eşit Bir Gelecek
Sonuç olarak, Türkiye’de açlık ve yoksulluk yalnızca ekonomik bir sorun değil; siyasal yozlaşmanın, kurumsal çürümenin ve ideolojik bataklığın tümüne sirayet etmiş bir durumdur. Bu tabloyu hiciv yoluyla teşhir etmek, hem sistemin adaletsizliğini gözler önüne serer hem de absürtlüğünü açığa çıkarır. Ancak çözüm hiçbir makyajlı reformda değil; siyasal İslamcı kapitalist düzenin kökten aşılmasında yatmaktadır. Halkın iradesiyle kurulacak eşitlikçi, laik ve kamucu bir düzen, çocukları tarikatların ve çetelerin değil; özgür bir toplumun geleceği ve kiraz yiyebilen bir halkın teminatı hâline getirecektir.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.