
Krizin Derinliğinde Yaşayanlar, Direnişin Ucunda Yürüyenler
Kapitalist Çöküşün Eşiğinde Bir Ülke: Türkiye, 2025
Türkiye, 2025’e yalnızca bir ekonomik krizle değil, derin ve yapısal bir toplumsal çöküşle girdi. Bu çöküş, kötü yönetim ya da bireysel hatalarla açıklanamayacak kadar sistemiktir. Bugün yaşanan, neoliberal kapitalist tahakkümün ve sermaye birikim rejiminin iflasıdır. AKP-MHP iktidarının otoriter tahkimatıyla perçinlenen bu düzen, yalnızca iktisadi göstergeleri değil, doğrudan hayatın kendisini hedef alıyor. Ranta dayalı ekonomi çökerken, enkazı emekçilerin sırtına yıkılıyor. Emek yerine borç, üretim yerine spekülasyon, halk yerine sermaye esas alındı.
Bugün Türkiye’de barınma hakkı unutulmuş bir hatıradır; asgari ücret açlığın altındadır; üniversite diploması ise işsizlik belgesine dönüşmüştür. Enflasyon artık yalnızca etiketleri değil, doğrudan hayatları yakmaktadır. Açlık yalnızca yoksul bölgelerin değil, üniversite yurtlarının, işçi mahallelerinin, tarım havzalarının ortak kaderidir.
Kriz bu ülkenin tüm damarlarına yayılmıştır ve çözüm, sistemin içinde değil, ona karşı örülecek halkçı ve devrimci bir mücadeleden doğacaktır.
Çöküşün En Ağır Yükünü Taşıyanlar: Gençlik ve Toplumsal Muhalefet
Bu çöküşten en sert biçimde etkilenen kesim gençliktir. Çünkü gençlik yalnızca bugünün değil, yarının toplumsal tahayyülüdür. Rejim, yarını bastırmadan bugünü sürdüremeyeceğini bildiği için gençliği hedefe koymuştur. Her üniversite bir gözetim alanına çevrilmiş, her kampüs potansiyel tehdit olarak damgalanmıştır. Gençliğin her itirazı kriminalize edilmekte, her örgütlenme girişimi şiddetle bastırılmaktadır.
Ancak bu kuşatma, gençliğin radikalleşmesini de hızlandırmaktadır. Gençlik artık yalnızca hak talep eden değil, düzeni sorgulayan ve değiştirmeye yönelen siyasal bir özneye dönüşmektedir. Mücadele yalnızca yaşama hakkı için değil, geleceği kurma iradesi için de yürütülmektedir.
Bugün Türkiye’de yalnız bireyler değil, topyekûn bir toplumsal muhalefet zincire vurulmuş durumdadır. Anayasal haklar işlevsizleştirilmiş, ifade ve örgütlenme özgürlüğü sistematik biçimde gasp edilmiştir. Grev yapan işçilerden sosyal medya kullanıcılarına, akademisyenlerden sanatçılara kadar her toplumsal kesim hedefe konulmuştur. Bu bir yönetme biçimi değil, bir sindirme stratejisidir.
Ancak bu stratejinin sonu bellidir: Baskıyla ayakta kalan hiçbir rejim sonsuza dek varlığını sürdüremez. Zulümle abad olanlar, örgütlü halkın karşısında tarihin çöp tenekesine savrulurlar. Bugün yaşananlar ne kaderdir ne de kaza; halk düşmanı bir rejimin bilinçli politik tercihlerinin sonucudur.
Gerçek Gündem: Geçim ve Özgürlük Mücadelesi
Türkiye’deki yoksulluk, açlık ve işsizlik bir “başarısızlık” değil, sermaye sınıfını kollayan politikaların doğrudan sonucudur. Kamu kaynaklarının özelleştirilmesi, sosyal devletin tasfiyesi, bütçenin sermayeye peşkeş çekilmesi… Tüm bunlar yoksulluğun sistematikleştirilmesi, yani emekçi halkın yaşamına kast edilmesidir.
Bu tercihlerle yalnız bugünü değil, geleceği de gasp edilmektedir. Ancak bu gasp düzenine karşı biriken öfke, gün geçtikçe bilinçle buluşmaktadır. Yoksulluğun kader değil, mücadeleyle değiştirilecek bir siyasal gerçeklik olduğu fikri toplumun geniş kesimlerinde güç kazanmaktadır.
Bugün yalnızca öfkelenmek yetmez; bu öfkeyi örgütlü bir iradeye, devrimci bir programa dönüştürmek zorundayız. Çünkü kriz yalnızca ekonomik değil; siyasal, toplumsal ve ekolojik bir yıkımdır. Bu nedenle çözüm, sistemin içinden değil, sistemin karşısında inşa edilecek politik örgütlülüklerden geçer.
Yoksulluk politiktir. Barınma krizinden gıda güvencesizliğine, işsizlikten sağlık hizmetlerinin çöküşüne kadar yaşadığımız her şey uygulanan sınıf politikalarının ürünüdür. Buna verilecek yanıt da ancak halkın kendi öz örgütlenmeleriyle mümkündür.
Gerçek bir dönüşüm; halkın kendi sözünü söyleyip karar alma süreçlerine kolektif biçimde katıldığı devrimci örgütlülüklerle gerçekleşebilir. Bu örgütlülük:
Barınma hakkı için mücadele eden öğrenci meclislerinde,
Güvenceli çalışma talebiyle direnen işçi komitelerinde,
Gıda krizine karşı kurulan kolektif mutfaklarda,
Mahalle mahalle örülen halk inisiyatiflerinde,
Cinsiyet eşitliği için yürüyen kadın ve LGBTİQ+ özgürlük mücadelelerinde,
Ekolojik yıkıma karşı direnen çevre dayanışmalarında...
Bu yapılar yalnızca mevcut düzene karşı bir itirazın değil, yeni bir yaşamın nüveleridir. Savunma hatlarından kurucu politikalara uzanan bu çizgi, direnişi örgütlemenin ötesinde, alternatif bir toplumu bugünden inşa etmenin çağrısıdır. Görevimiz, bu çağrıyı büyütmek ve halkın gerçek gündemini sokak sokak, mahalle mahalle, kampüs kampüs örgütlemektir.
Tarihsel deneyim gösteriyor ki, devrimci dönüşümler gençliğin dinamizmi ile işçi sınıfının örgütlü gücü ortaklaştığında mümkün olmuştur. Bugün de bu ortaklık ertelenemez bir zorunluluktur. Gençlik yalnız üniversitelerde değil, işyerlerinde de görünür hale gelmeli; işçi sınıfı yalnızca ekmek değil, söz ve karar hakkı için de mücadele etmelidir.
Bu buluşma, dağınık muhalefet hareketlerini birleşik, halkçı, devrimci bir hatta birleştirecektir. Görev, bu süreci örgütlemektir. Görev, birleşik devrimci bir halk hareketi kurmaktır.
İktidar, gelenekçilik ve milliyetçiliği birer kalkan gibi kullanıyor. Her itirazı “dış güç”, her muhalifi “hain” ilan ederek halkı kutuplaştırmaya çalışıyor. Oysa halkın gerçek gündemi milliyetçilik değil, geçimdir. Etnik ve kültürel gerilimlerin arkasına saklanarak açlığı gizleyemezler.
Bugün halkın temel gündemi barınmak, beslenmek ve özgürce yaşama hakkına kavuşmaktır. Bu gündem, ancak örgütlü halk hareketiyle siyasallaştırılarak değiştirilebilir.
Artık beklemenin anlamı yok. Her boş bırakılan alan faşizmin manevra sahasıdır. Her sessizlik, baskının önünü açar. Bu nedenle devrimci hareketin görevi yalnızca direnişi büyütmek değil; aynı zamanda siyasal alternatifi bugünden kurmaktır.
Her üniversitede öğrenci meclisleri, her fabrikada işçi komiteleri, her mahallede halk dayanışma ağları… İşte geleceğin toplumsal altyapısı budur.
Yoksulluk karşısında gıda kooperatifleri,
İşsizlik karşısında üretim ağları,
Baskı karşısında direniş komiteleri kurmak;
mücadeleyi hayata dönüştürmektir.
Bu yol yalnızca itiraz eden değil, aynı zamanda kuran bir direnişle aydınlanacaktır. Çünkü kriz derinleştikçe, direnişin imkânı da büyür. Ve biz, o imkânı örgütlemeye geliyoruz.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.