
Filistin Direniyor, Dünya Suça Ortak Oluyor
2023 Ekim'inde başlayan İsrail’in Gazze'ye yönelik askeri saldırısı, yalnızca bir bölgesel çatışma değil; modern dünyanın en karanlık ve en sistematik soykırımlarından birine dönüşmüştür. Bu saldırılar, sadece bir halkı yok etmeyi değil, uluslararası düzeydeki “adalet”, “insan hakları” ve “hukuk” gibi kavramların da içini boşaltmıştır. İsrail’in bu kanlı harekâtı, yalnızca onun kararı değil; başta ABD olmak üzere Batılı emperyalist güçlerin askeri, siyasi ve ekonomik desteğiyle sürdürülmektedir. Ne yazık ki dünya halkları bu suça tanıklık etmekle sınırlı kalırken, hükümetler sistematik bir şekilde bu suça ortak olmaktadır.
Soykırımın Sistematik Karakteri
Gazze'deki soykırım, sadece bombalarla değil; açlıkla, ilaçsızlıkla, susuzlukla, bilgi karartmasıyla yürütülen çok boyutlu bir yok etme planıdır. İsrail’in uyguladığı ağır abluka ve bombardımanlarla Gazze’nin yaşam altyapısı bilinçli biçimde çökertilmekte, halk fiziksel, ruhsal ve toplumsal olarak tüketilmeye çalışılmaktadır. Hastaneler bombalanıyor, okullar yıkılıyor, temel yaşam kaynakları ortadan kaldırılıyor. Yüz binlerce insan yerinden edilerek bir bilinmeze sürülüyor.
Bu soykırımı yalnızca İsrail devletinin “güvenlik politikalarıyla” açıklamak, olguları çarpıtmaktır. Bu durum; kapitalist-emperyalist sistemin, bölgesel hegemonya planlarının ve neo-sömürgeci politikaların günümüzdeki yansımasıdır. ABD’nin İsrail’e sağladığı stratejik, askeri ve diplomatik destek; yalnızca bir “müttefiklik” ilişkisinden ibaret değil, Filistin halkının kitlesel imhasına verilmiş meşruiyet anlamına gelmektedir. İsrail Başbakanı Netanyahu’nun, ABD eski Başkanı Trump ile yaptığı görüşmelerde Gazze nüfusunun zorla yerinden edilmesini planladığı artık belgelenmiş bir gerçektir. Bu plan, bir halkın topyekûn silinmesini hedefleyen soykırım stratejisinin parçasıdır.
Medyanın Suskunluğu ve Hakikatin Karartılması
Soykırımın bir diğer cephesi de, hakikatin susturulmasıdır. Gazze'deki gerçekleri dünya kamuoyundan gizlemek, çarpıtmak ve manipüle etmek amacıyla medya sistematik bir şekilde kullanılmaktadır. İsrail’in doğrudan hedef aldığı gazeteciler, tarihte benzeri görülmemiş boyutta bir bilgi katliamının da kurbanı olmuştur. Ekim 2023’ten bu yana, 140’tan fazla gazeteci İsrail saldırılarında hayatını kaybetmiştir. Bu sayı, modern çatışma tarihinin tek bir bölgede kaydedilen en büyük gazeteci kaybıdır. Bu, sadece bir bilgi sansürü değil; halkların hakikate ulaşma hakkına doğrudan bir saldırıdır.
Batı medyası, yaşananları “çatışma” olarak adlandırarak soykırımı meşrulaştırmakta, faili değil sonucu tartışmaktadır. Bu epistemik savaş, gerçeklerin bastırılması yoluyla emperyalist yalanların yeniden üretilmesini sağlamaktadır. Bu medya pasifliği, Filistin halkının sesinin duyulmasını engellemekte ve uluslararası kamuoyunun harekete geçmesini bilinçli biçimde geciktirmektedir. Medya, hakikatin değil, saldırganın çıkarlarının tarafı olmuştur.
Küresel Direniş ve Dayanışma
Ancak her karanlık dönemde olduğu gibi, direnişin kıvılcımları da birçok yerde parlamaktadır. Gazze’nin direnişi, yalnızca Filistin halkının değil, tüm ezilenlerin onur mücadelesine dönüşmüştür. ABD'de yüz binlerce insan sokaklara dökülmüş, Avrupa’nın pek çok kentinde işçiler, öğrenciler ve halk kitleleri Filistin için eylemler düzenlemiştir. Sendikalar, İsrail ile ekonomik ilişkilerin kesilmesi çağrısında bulunurken, gençlik hareketleri Filistin dayanışmasını üniversitelerden sokaklara taşımaktadır.
Özellikle üniversite kampüslerinde yükselen öğrenci eylemleri, kapitalist sistemin yarattığı sömürgeci düzenin meşruiyetine doğrudan meydan okumaktadır. Bu mücadele, yalnızca Filistin’in değil; tüm halkların özgürlüğünün, adaletinin ve geleceğinin mücadelesidir. Filistin direnişi, halkların birleşik anti-emperyalist ve antikapitalist mücadelesinin çağrısı haline gelmiştir.
Emperyalist Savaş ve Kapitalizmin Ahlaki Çöküşü
Bugün dünya, yalnızca Filistin’in değil, insanlığın büyük bir sınavından geçmektedir. İsrail’in Gazze’ye yönelik soykırımını destekleyen ABD ve Batı Avrupa ülkeleri, sadece siyasi değil, aynı zamanda ekonomik ve ideolojik olarak da bu suçun asli ortaklarıdır. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu hakkında verdiği tutuklama kararlarının uygulanmaması, emperyalist ittifakların hukuku tanımadığını açıkça göstermektedir. Batı, kendi hukuk düzeni içinde bile Filistin halkının haklarını görmezden gelmekte; savaş suçlarının üstünü örtmektedir.
Liberal demokrasilerin bu suskunluğu ve çifte standardı, kapitalizmin ahlaki çöküşünün en açık kanıtıdır. Almanya, Fransa ve diğer Avrupa ülkeleri, Filistin yanlısı gösterileri yasaklayarak, kendi içlerindeki otoriter eğilimleri de gözler önüne sermektedir. Avrupa’nın sömürgeci geçmişiyle kurduğu hesaplaşmasızlık, bugün yeniden Filistin halkı üzerinde bir suç ortaklığına dönüşmüştür.
Sonuç: Birlikte Direnmek, Gerçekleri Görmek
Gazze, bir halkın sürgün edilmesinin değil; insanlık onurunun, halkların ortak vicdanının ve direniş hakkının yeniden inşa edildiği bir yerdir. Bugün tüm halklar, Filistin’in özgürlüğü ve adaletin tesisi için küresel bir mücadele hattı örmektedir. Bu direniş, sadece savaşın değil, emperyalizmin, kapitalizmin ve ırkçılığın karşısında büyüyen halkçı bir karşı duruştur.
Ancak bu büyük direnişi yalnızca Batı emperyalizmine karşı konumlandırmak, tabloyu eksik okumak olur. Filistin davasına sahip çıktığını iddia eden Körfez ülkeleri, özellikle Katar, aynı zamanda İsrail’in finansal destekçileri arasında yer almaktadır. “İslam dünyasının dostu” gibi pazarlanan bu sermaye grupları, İsrail’e milyarlarca dolar akıtarak soykırımın dolaylı finansmanını sağlamaktadır. Türkiye ise kamuoyuna Filistin dostu mesajlar verirken, İsrail’le olan ticaretini her yıl artırmakta, limanlar ve enerji anlaşmaları üzerinden işgal rejimine ekonomik oksijen sağlamaktadır. Bu ticaretin hangi holdingler ve gemiler eliyle yürütüldüğü artık sır değildir.
O halde ortada büyük bir sahtekârlık yok mu? Filistin halkının direnişini sahiplendiğini iddia edenlerin aynı anda İsrail ekonomisini desteklemesi, hangi inanç sistemine sığar? Bu ikiyüzlü sistemin gerçek yüzünü hangi olayda görmüş olacağız? Halkların dini ve milli duygularını manipüle ederek kendine iktidar kuran bu düzeni daha ne kadar tolere edeceğiz?
Filistin direnişi, yalnızca kendi halkının değil, tüm insanlığın umududur. Bu mücadele, yalnızca diplomatik adımlar ya da bireysel vicdanların değil; küresel ölçekte örgütlenecek halkların ortak iradesiyle başarıya ulaşacaktır. Filistin’in özgürlüğü, kapitalizmin ve emperyalizmin yenilgisiyle mümkün olacaktır. Ve bu özgürlük, işçilerin, yoksulların, ezilen halkların birleşik mücadelesiyle kazanılacaktır. Yeni bir dünya mümkündür; bu dünya, halkların dayanışması ve hakikatin cesaretle savunulmasıyla kurulacaktır.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.