![Post](https://uploads.yarin.net.tr/images/istockphoto-876701606-612x612253857624.webp)
Yargı Bağımsızlığı Ayaklar Altında
Türkiye’de hukukun bağımsızlığı, tarafsızlığı ve adil olma ilkesi, tarih boyunca sürekli aşınmış ve ders kitaplarında idealize edilen bir nostalji olarak kalmıştır. Ülkenin askeri darbelerle ve sivil yönetimlerle şekillenen siyasi geçmişi, farklı “demokrasi” tanımları altında bu ilkenin zedelenmesine yol açmış, toplumda derin adaletsizliklerin hafızaya kazınmasına neden olmuştur. Günümüzde ise hukuk büyük ölçüde işlevsiz hale gelmiş; yargı, sermaye ve iktidarın etkisine açılarak halkın adalete olan güveni sarsılmış, adaletin toplumsal yaşamda yer bulması faşizan uygulamalarla engellenmiştir.
Erdoğan’ın siyasal İslamcı, gerici yönetimi altında yargı, bağımsızlığını tamamen kaybetmiş, hukukun üstünlüğü siyasi talimatlarla işleyen, kapitalist bir şirket düzeniyle yönetilen “adalet sarayları”na dönüşmüştür. Evrensel hukuk ilkelerinden koparılan bu yapılar, iktidarın baskı mekanizmasına dönüşerek muhalifleri susturmak için kullanılmaktadır. Hukuk bir sindirme ve cezalandırma aracı haline getirilirken, kolluk güçleri muhalefeti terörize ederek devlet destekli zorbalığı kurumsallaştırmaktadır.
Devrimciler, gazeteciler, vicdan sahibi avukatlar, akademisyenler ve burjuva muhalif siyasetçiler, uydurma gerekçelerle tutuklanarak cezaevlerine konulmakta; böylece toplum sindirilmek istenmektedir. Savunma hakkı yok sayılmakta, hukukun temel ilkeleri sistematik olarak çiğnenmektedir. Mahkeme salonları adaletin sağlandığı yerler olmaktan çıkıp, iktidarın muhaliflerini cezalandırdığı mekanizmalara dönüşmüştür.
Genç avukatlar ve yeni nesil hukukçular, meslek hayatlarına başladıkları ilk günden itibaren hukuk sisteminin öğretilen ideallerle örtüşmediğine tanıklık etmektedir. İlk duruşmalarında adalet saraylarının gerçek yüzüyle karşılaşan bu hukukçular, adaletin bir baskı aracına dönüştüğünü doğrudan deneyimlemektedir. Mahkemelerde hukuk ile gerçeklik arasına derin bir uçurum yerleştirildiğine her geçen gün daha fazla şahit olmaktadırlar.
Gezi Parkı davalarından, Galatasaray Meydanı’nda direnen Cumartesi Anneleri’ne, muhalif avukatların maruz kaldığı baskılardan, hukukun tamamen tek adam yönetimine girmesine kadar birçok örnek, yargının nasıl çürütüldüğünü ortaya koymaktadır. Adaletsizlikler karşısında moral bozukluğu yaşamak kaçınılmaz olsa da, bu çöküşe karşı direnmek ve adalet mücadelesini sürdürmek tek çıkış yoludur.
Siyasal İslam ve sermaye destekli faşist rejim, hukuku iktidarını meşrulaştırmanın bir aracı haline getirmiştir. 2017 referandumu ile yargı tamamen yürütmenin emrine girmiş, Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) üzerindeki denetim artırılarak yargıçlar doğrudan iktidara bağlanmıştır. Bu sistem sonucunda mahkemeler hukuka değil, siyasi emirlerle hareket etmektedir. Adaletin dava konusu haline gelmesi, Türkiye’de demokratik sistemin çöküşünü açıkça göstermektedir.
Eleştirel akademisyenler, gazeteciler, öğrenciler ve insan hakları savunucuları, adalet sisteminin bağımsız bir kurum değil, cezalandırma mekanizması olarak nasıl işlediğini hayatlarıyla deneyimlemektedir. Savunma makamının susturulması, hukukun çöküşünün en belirgin göstergesidir. Bugün birçok avukat mesleklerini icra ettikleri için cezaevine girmekte, işkence görmekte ve hatta hayatlarını kaybetmektedir. Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) üyeleri yıllardır bu baskıların hedefi olmuş, bazıları açlık grevlerinde yaşamını yitirmiş, bazıları hukuksuz biçimde mahkûm edilmiştir. Hukuk eğitimi almış ancak vicdanlarını cüzdanlarının arasına sıkıştırmış olanlar ise sessizlikleriyle bu düzene ortak olmaktadır.
Ancak bu karanlık tabloya rağmen, vicdan sahibi ve hukukun evrensel ilkelerine bağlı kalan az sayıda yargıç ve savcı vardır. Tüm baskılara rağmen hukuku savunan, hukukun çöküşüne karşı direnen bu yargı mensupları, adalet mücadelesinin önemli bir parçasıdır. Haksız mahkumiyet kararlarına imza atmayı reddeden, hukuku siyasi bir araç olarak kullanmayı kabul etmeyen bu insanlar, sistem içinde doğru ve adil kalabilme çabasını sürdürmektedir. Ancak, iktidarın kontrolündeki yargıda, bu yargı mensupları ya sürgün edilmekte ya da pasif görevlere çekilmektedir. Hukukun üstünlüğüne inanan hâkim ve savcıların desteklenmesi, toplumsal adalet mücadelesinin vazgeçilmez bir parçası olmalıdır.
Erdoğan Türkiyesinde sadece muhalifler değil, tüm toplum kriminalize edilmektedir. En temel haklarını talep eden işçiler, emekçiler, öğrenciler, kadınlar, gazeteciler, hukukçular ve sanatçılar terörist ilan edilmekte; iktidarın çizdiği sınırların dışına çıkan herkes düşmanlaştırılmaktadır. Bugün, bir sosyal medya paylaşımıyla yıllarca hapis cezası almak, bir protestoya katıldığı için fişlenmek sıradan hale gelmiştir. Korku iklimi, toplumun pasifleştirilmesi ve hak arama bilincinin yok edilmesi için en etkili silah olarak kullanılmaktadır. Ancak, bu korkuya teslim olmamak, adaletin herkes için eşit olduğu bir düzeni savunan ve bunun bedelini ağır ödeyen devrimcileri sahiplenmek zorundayız.
Adaletin herkes için eşit olduğu, hukukun gerçekten bağımsız olduğu bir ülke için mücadele etmek, sadece sosyalistlerin ve devrimci avukatların değil, toplumun her kesiminin sorumluluğudur. Eğer sessiz kalırsak, bir gün adalete ihtiyaç duyduğumuzda onu bulamayacağız. Adalet, ancak uğruna mücadele edenlerin ellerinde yükselecektir. Şimdi o elleri kaldırma, adalet için ayağa kalkma zamanıdır.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.