Gezi Güncelliğini Koruyor
“Cellat uyandı yatağında bir gece
“Tanrım”dedi, “bu ne zor bilmece:
Öldükçe çoğalıyor adamlar,
Ben tükenmekteyim öldürdükçe”
Üzerinden 12 yıl geçmiş olmasına rağmen Gezi Direnişi güncelliğini koruyor. Gezi Direnişi’ne katıldıkları gerekçesiyle ifadeleri alınan Ayşe Barım ve bazı sanatçılar, “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme” iddiasıyla haklarında açılan bir soruşturma kapsamında gözaltına alındı. Sanatçı ve oyuncuların menajerliğini yapan Ayşe Barım, bu kapsamda tutuklandı.
Türkiye’de toplumsal mücadele, halkın özgürlük talepleri ile egemen sınıfların kültürel hegemonya oluşturma çabaları arasındaki keskin çatışmalarla şekilleniyor. Gezi Direnişi, bu mücadelenin en belirgin örneklerinden biriydi. Başlangıçta bir ağacın gölgesine sarılarak başlayan küçük bir çevreci itiraz, kısa sürede başka bir toplumsallığa bürünerek kentin kalbinde milyonların katıldığı bir isyana dönüştü. Gezi Direnişi, siyasal İslamcı faşist iktidara, otoriter yönetimlere, rant odaklı politikalara ve adaletsizliğe karşı güçlü bir sözün söylendiği, sınırları aşan eşsiz bir direniş halini aldı. Bu isyan, yalnızca çevre mücadelesiyle sınırlı kalmayıp halkın özgürlük, eşitlik ve adalet taleplerinin simgesi olarak enternasyonal bir karakter kazandı. Gezi, kültürel hegemonyaya karşı bir direnişin, halkın ortak dayanışmasının ve kolektif mücadelesinin temsili olarak simgeleşti.
Gezi’nin ardından gelişen olaylar, iktidarın devletin baskıcı karakterini, faşist politikalarını ve sermaye odaklı rant ile talan projelerinin toplumsal dokuyu nasıl çürüttüğünü net bir şekilde ortaya koydu. Toplumun farklı kesimlerinin birleşerek oluşturduğu bu toplumsal uyanış, sadece bir çevre meselesi değildi; aynı zamanda toplumsal yapının yeniden şekillendirilmesine yönelik bir mücadeleye dönüşmüştü. Ancak egemen sınıflar, bu direnişi kriminalize etmeye çalışarak ve halkın özgürlük taleplerini baskı altına alarak, hareketin sönümlenmesini sağladı. İktidarın, yaratılmış toplumsal hafızayı dezenformasyon yoluyla silme çabası, siyasal İslamcı faşist iktidarın Gezi’yi ve onu simgeleyen her ne varsa karalamaya yönelik adımlarından, 12 yıl aradan sonra bile vazgeçmediğini gösteriyor.
Gezi Direnişi’nden bugüne, iktidar sahiplerinin iç ve dış siyasetteki mücadelesi daha da keskinleşti. Siyasal İslamcı faşist iktidar, yalnızca ekonomik ve politik iktidar alanında değil, aynı zamanda kültürel egemenlik kurmak amacıyla da özel dezenformasyon politikalarını devreye sokarak hedefine ulaşmaya çalışmaktadır. Erdoğan’ın 2017’deki açıklamaları, kültürel hegemonya arayışını açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Özellikle medya, sinema, bilim ve teknolojide “yabancı” olarak nitelendirilen hiziplerin etkisi, iktidarın kendi ideolojik çizgisine uygun bir kültürel düzen kurma çabalarını simgelemektedir. Ancak bu durum yalnızca kültürel düzlemle sınırlı kalmayıp, iç ve dış siyasetteki hegemonya mücadelesinin bir parçası olarak, iç siyasette belirli sanatçılara Gezi hatırlatmalarıyla toplumun korkularını körükleme amacı taşımaktadır.
Suriye, Kürt meselesi ve göç gibi konular, iktidarın dış politikada da benzer bir hegemonyayı kurma çabalarını yansıtmaktadır. AKP-MHP koalisyonu, dış politikayı iç politika ile harmanlayarak yol alabileceğini düşünmektedir. Ancak, artık mızrağın çuvala sığmadığını fark edememektedirler. Türkiye’nin ulusal çıkarlarını, kendi ideolojik bakış açılarına hizmet edecek şekilde düzenleme arzuları, her türlü figürü kullanılabilir bir araç haline getirmektedir. Bu bağlamda, Suriye’deki müdahale ve askerî-sınaî kompleksin güçlenmesi, Türkiye’nin bölgesel bir güç olma arzusunu ortaya koyarken, dış politikada kurmaya çalıştıkları stratejilerin, çok denklemli ve çok aktörlü bu coğrafyada gerçekçi bir zeminde durmadığını göstermektedir.
Ancak bu hegemonya kurma çabaları, toplumsal sınıflar arasındaki çelişkileri derinleştirmiş durumda. İç politikada toplumsal adaletsizliklerin ve ekonomik eşitsizliklerin yarattığı uçurum giderek daha belirgin hale gelirken, dış politikada özellikle Suriye’de “emperyalist” bir yaklaşım benimsenmesi, iktidarın kendi gerçekliğini pek de fark edemediğini gösteriyor. Göçmen emeği ve güvenlikçi zihniyet, bu siyasal ve ekonomik yapının daha da derinleşmesine neden oluyor. Bu bağlamda, devletin iç ve dış politikadaki hamlelerini anlamadan Türkiye’nin geleceğine dair devrimci çözüm önerileri geliştirmek pek mümkün görünmüyor.
İktidarın bu politikalarının, toplumsal adaletsizlikleri çürümeyle derinleştirdiği, sınıflar arasındaki uçurumu artırdığı ve halkın özgürlük taleplerini bastırmak için bir korku iklimi yarattığı açıkça görülmektedir. Ancak halkın dayanışması ve mücadelesi, bu baskılara karşı güçlü bir direnç oluşturma potansiyelini taşımaktadır. Gezi Direnişi’nden ilham alarak toplumsal kesimler arasında kurulan ortak dayanışma ağları, devrimci bir toplum anlayışını inşa etme yolunda önemli bir adım olacaktır. Korkunun ecele faydasının olmadığı ise er ya da geç görülecektir.
Bugün, Suriye’deki iç savaş, göçmen sorunları, çevre krizleri ve sınıf mücadelelerinin kesişim noktasında devrimci bir perspektiften yaklaşmak, sadece yerel değil, Evrensel bir mücadele perspektifini de gerektirir. Bütünsel iç politika anlayışı, halkların özgürlüğü ve eşitliği için genel bir dayanışma ve ortak mücadelenin önemini ortaya koymaktadır.
Dış politika ile iç politika arasındaki sınırları aşan bir devrimci anlayış, yalnızca yerel düzeyde değil, enternasyonal ölçekte de toplumsal adaletin sağlanması için mücadeleyi gerektirir. Türkiye’deki ekonomik adaletsizliklere, otoriterleşmeye ve kültürel hegemonya kurma çabalarına karşı toplumsal direnişin yükselmesi, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde eşitlikçi ve özgürlükçü bir dünya tasavvurunun inşa edilmesine katkı sağlayacaktır.
Türkiye’nin iç ve dış siyasetteki egemen sınıfların kurmaya çalıştığı kültürel ve siyasal hegemonya karşısında halkın özgürlük mücadelesinin büyütülmesini zorunlu kılmaktadır. Bu mücadele, sadece ekonomik eşitsizliklere karşı değil, aynı zamanda toplumsal adaletin, kültürel özgürlüklerin ve demokratik hakların savunulması için de sürdürülmelidir. Gezi Direnişi’nin mirası, halkın birlikte üretme ve dayanışma gücünün, toplumsal değişim için ne kadar kritik bir rol oynadığını göstermektedir. Bugün bu mirası devralmak, yalnızca ulusal değil, enternasyonal bir özgürlük mücadelesinin parçası olmaya gerektirmektedir. O bir başlangıçtı ve her yerdeydi. Mağdurları degil muhatapları olarak mücadelesini sürdürüyoruz.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.