Post

Bu Daha Başlangıç

Emek ve Özgürlük İttifakı, İstanbul’da “Yoksulluğa, Savaşa ve Baskılara Dur Diyelim, Birlikte Değiştirelim” mitingini gerçekleştirdi.

Büyük bir coşku vardı mitingde.

Alandaki insanlarımız yıldızlar kadar çoktu ve karanlık gecedeki yıldızlar gibi parlıyorlardı. Kürsüden anlatılan siyasal hattı kelime kelime dinlediler ve onun her kelimesine tepki verdiler.

Konuşmalara karşılık kitlenin sloganları vardı, pankartları vardı, yükselttikleri bayrakları vardı. O devasa insan topluluğunun üzerinde kocaman bir konuşma balonu yükseliyordu. Sadece bir araya gelinmemişti, aynı zamanda düşünce belirtiliyordu. Büyük sorunlar vardı ama büyük umutlarımız, büyük fikirlerimiz ve büyük birleşik bir gücümüz de vardı.

Brecht, tiyatroda müziğin ayrı bir oyuncu olduğunu söyler. Bütün katılımcı topluluk tam anlamıyla ayrı bir oyuncuydu. Kalabalıklar, miting meydanları olabilir ama böylesine canlı ve politik olarak bilinçli bir insan topluluğuna çok az rastlanır.

O kadar büyük bir baskı var ki halkımızın üstünde, tek sayfalık bir basın açıklaması yapmak istediğimizde dahi bir tabur polisi yığıyorlar karşımıza. “Yassak hemşehrim” destanı başlıyor. Polisler huşu içinde okunacak kâğıda kaymakamlığın bir yasak getirdiğini bildiriyorlar bize. Dikkatinizi çekerim vali bile değil, kaymakam. Bizim de bu kaymakamdan çok etkilenmemizi istiyorlar. İstiyorlar ki kaymakam deyince akan sular dursun. “He kaymakam mı? Tamam o zaman” diyelim.

Hani şu AKP’liler sürekli Ortadoğu’daki “emirlikler”e gidiyorlar ya. Muhtemelen çok hayran kalıyorlar oralardaki rejimlere. Diyorlardır ki “Keşke biz de böyle olsak.” Ne Meclis var ne muhalefet, ne kadar rahat. Adı bile güzel ve AKP’lilere uygun “emirlik.” Anayasa kaldırılsa ve sadece bir kaymakam olsa. Hatta ve hatta ülkemiz bir emirlik değil de “talimatlık” olsa. Her işin yapılması için bir talimat alınıyor olması düşüncesinden yola çıkılarak.

İşte böyle büyük bir zorbalığın dayatıldığı koşullarda halklarımız kendini ifade edebileceği mecra olarak bu büyük İstanbul mitingini buldu. Yoksulluğa, savaşa ve baskılara karşı itirazını ortaya koydu. Birlikte değiştirme iradesini de ortaya koydu. Toplumsal muhalefet Kartal Meydanı’nda toprağına kavuşan kocaman bir çiçek gibiydi.

Hükümete kafa tutan bir miting topluluğu vardı.

Kürt meselesinin nic’olduğunu sordu.

Selahattin Demirtaş’ın halini hatırını sordu. Selamını aldı uzaktan ve selam gönderdi.

HDP’nin kapatılmaya çalışılması konusunu, banka hesaplarının bloke edilmesi konusunu sordu.

Diyarbakır, Hakkâri ve Mardin’de belediyelere kayyım atanmıştı, bir kez daha hatırlattı.

“Olur mu böyle, söyle olur mu?” dedi.

Gökkuşağı bayrağı dolaştı aralarda rüzgar rüzgar. Sarı, yeşil, kırmızı renkler şen şakraktı. İşçi tulumuyla gezdi hürriyet. Mor ve tabii ki kırmızı flamalar hep kendini gösterdi.

Korkmamıştı, geri çekilmemişti ve yenilmemişti.

Çünkü örgütlenmiş bir halkı hiçbir kuvvet asla yenemezdi.

Asla yalnız yürümeyenler yenilmezdi.

Bundan sonra bu halkları Emek ve Özgürlük İttifakı örgütlemeye devam edecekti. Daha gür ve daha derinden.

Aleviler de eşitlik bahsini açtı mitingde.

Doğayı canı gibi savunanlar, kanı gibi savunanlar da oradaydı. Bir daha topraklarımızda siyanür istemiyoruz dediler. Çok çok çok milliyetçi olanlara bir sordular: “Irmağının akışına ölürüm Türkiyem” diyorsunuz; ırmaklar, dereler, göllerimiz yok oluyor, neredesiniz?” dediler. “Ölmeyin ama görün” dediler.

Yoksulluk konusu vardı yürekleri yakan.

Yolda kalmak vardı, altta kalmak vardı. Halkımız, işçi ve emekçiler açlık sınırının altında ücret alıyorlardı. Zaten bu devletin resmi kaydıydı. Ücretler de belliydi, açlık sınırı da. Bütün miting meydanı açlık sınırının altında olmaktan utanıyordu içten içe.

Dedi ki “Ey Erdoğan bırak Suriye sınırını, bırak Irak sınırını geçmeyi.”

Dedi ki “Eğer gücün yetiyorsa gel de bu ülkenin tam ortasındaki açlık sınırını geç.”

Halk günlerce randevu peşinde koşuyor ama randevu alamıyor. Randevu bulsa tetkik yok, ilaç yok. Bir tarafta yandaşların şatafatlı hastaneleri duruyor, öbür yanda halk randevu alamıyor. Miting meydanı halka randevu vermeyen, halka sağlık hizmeti vermeyen bütün yandaş hastanelerini kamulaştıracağını bildirdi.

Çektiği çileyi unutmadı işçi sınıfı. Sabahın köründe işe gidip güneşi göremeden eve döndüğünü unutmadı. Örgütsüz olduğu için, sendikasız olduğu için, partisiz olduğu için, ittifaksız olduğu için en uzun çalışma saatlerine sürüldüğünü unutmadı. 12-14 saat köle gibi çalıştırıldığını unutmadı.

Bir iş gününde sadece ve sadece 6 saat çalışacağını bildirdi bundan böyle.

“Biz bunca zamandır çalışıyorsak ve biz üretiyorsak, yöneten de biz olmalıyız” dedi.

Yönetme bahsine girdi. İçi içine sığmıyordu meydanın.

Mevcut iktidarın çok tehlikeli, karanlık ve despot olduğunu yüzüne söyledi.

“Kötülüğünde boğulacaksın” dedi.

“İktidarın yegâne alternatifi benim, yeneceğim seni” dedi.

“Seni gön-de-re-ce-ğiz” diye sesini yükseltti gökyüzüne doğru.

Bu daha başlangıçtı, sadece başlangıç.

*Hakan Öztürk'ün bu yazısı ilk olarak 20 Ocak Cuma günü Yeni Yaşam Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.

İlgili Yazılar

Post

Olmaktan Korktukları Yerdeler

Post

Tarih Bir İpucu Bekliyor

Post

Yarını Bugünden Kurmaya Başlamak

Post

Kamu Yararı için Ürün ve Hizmet Yaratmak

Post

Yön Göstermek

Post

Somut Koşulların Somut Analizi ve Siyaseti

Post

AKP Bir Geri Dönülmez Felakettir

Post

Orman Yangınlarında Bütün Tohumlar Ölmez

Post

Kerelerce Ölçülen Gelir Adaletsizliği

Post

Alem Buysa Kral Popülistler

Post

İşçi Sınıfı Şart Koşabilir

Post

Sefalet Endeksi

Post

Birkaç Ağaç ve Bir Nefes

Post

Ücret ve Kar Tahterevallisi

Post

Laiklik Şimdi ve Hep Gerekli

Post

Enflasyonun Yarattığı Sefalet

Post

Hedef, Özne ve İktidar Organı

Post

İşçi Sınıfının Tahtına Oturmaya Kalkışmak

Post

Yenilgi Sonrasında Yorumlamanın ve Politik Programın Yitimi

Post

Güç Siyasetle Yapılır

Post

İşçi Sınıfı Programı Vaat Eder

Post

Örgütlü Toplum Parlamentoya Rengini Vermeli

Post

Radikalizm

Post

Üç Husus

Post

Seçenek Biziz

Post

Yine Sınırlama Esas, Hürriyet İstisna

Post

Büyük Pasta, Küçük Pay

Post

Hayallerin de Sadakate İhtiyacı Vardır

Post

Neden Yapmasınlar?

Post

Suriye Sınırını Değil Açlık Sınırını Geç

Post

Bolsonaro Tavuğunu Yalnız Yemesin

Post

Kaynaşmış Değiliz

Post

Bu Daha Başlangıç

Post

Görev Zamanı

Post

Halkın Birikimlerinin Bağımsızlığı

Post

Basra Harap Olmadan Önce

Post

Depremin Siyaset Üstü Olmaması

Post

Buyurunuz Buradan Yakınız, Mösyö Hükümet

Post

Tabutta Röveşata

Post

Denizlere Çıkar Sokaklar

Post

Hareketin Hareket Halindeki Doktrini

Post

Mahirleri Anmak Değil Anlamak

Post

Hiçbir Yerden İzin Almamak

Post

Örgütlü Gücü Meclis'e Taşıyalım

Post

Halkın Temel İhtiyaçları, Kamu Hizmeti Olarak Karşılanmalı

Post

Mülkiyet Sorunu

Post

Erdoğan’a Yetki Yok

Post

Seçimin Yarattığı Yorumlama İmkânı

Post

Sonradan Hatırlananlar

Post

Aslanı Kediye Boğdurmak

Post

Günbegün Ücret Mücadelesi

Post

Karşı Kültür

Post

Var ve Yok Listesi

Post

“Esset” Değil Halkın Öz Varlıkları

Post

Ormanlar Bizim, Kahrolsun Kapitalizm

Post

İçeriksizlik Fırtınası

Post

Kamu Mülkiyetini Kurtarmak

Post

Parti İşçi Sınıfını Besteler

Post

Ekmek İstiyoruz ama Gül De

Post

Sorun Geniş Bir Zaman ve Mekanda

Post

Smaç Sebep Sayı Sonuçtur

Post

Beton Bina ve Fabrika

Post

Dördüncü Kuvvet Dik Duruyor

Post

Göz Hizasında Siyaset

Post

Elin ve Evin İyisi

Post

Yahudi Olmayan Çocuklar da Çocuktur

Post

Emek ve Demokrasiden Yana Cumhuriyet

Post

Gençler Sadece Asansör İstemez

Post

Anayasa Mahkemesini Bir Kez Tanımamak

Post

Bütçede Değirmenin Suyu Nerden Gelir Nereye Gider

Post

Enflasyonun Sebebi Açlık Sınırındaki Ücretler mi?