Post

Güç Siyasetle Yapılır

Felaketler zincirini durduracak olan dünya işçi sınıfıdır

“Bu krizler bir mantıksal temele, bir iktisadi nedenselliğe bağlı olarak mı yaşanıyor yoksa olan biten bir tesadüf mü?” sorusuna Marks yıllar önce yanıt verdi. Kapitalizmin sorunsuz ilerleyemeyeceğini ve bu açıdan kar oranlarında eğilimsel bir düşmenin yaşadığını saptamasını yaptı. Marks’a göre krizin kaynağı budur. Bu sorunu aşabilmek üzere her bir kapitalist sermayesinin organik bileşimini değiştirir. Daha büyük değişmeyen sermaye yatırarak, kar elde etmeye çalışır. Ne var ki bu da kapitalizmin kendi paradoksuna girmesinin sebebidir. Daha fazla kar elde edebilmek ve karşısındaki rakiplerini yenmeğe çalışan her bir kapitalist, diğer kapitalistlerle ilişkilerinde muazzam bir rekabet etme harareti ortaya çıkarır. Akabinde bu durum derhal bir ülkenin diğer ülkelerle rekabete girmesine dönüşür. Bir sonraki adım ise emperyalist blokların birbirleriyle rekabet etmesidir. Ekolojik felaketlerin, ekonomik krizlerin ve dünya çapındaki savaşların altında yatan neden budur. Birinci ve ikinci dünya savaşları ve son dönemde yaşanan çeşitli bölgesel savaşlar da aynı nedenselliğe yaslanır. Büyük krizler, büyük savaşları gündeme getirir.

Kapitalizmin kullandığı üretim ilişkileri bize hem iktisadi düzeyde, hem savaşlar düzeyinde, hem de ekolojik düzeyde sonuçları önümüze koyar. Bu nedenle görevlerimiz çok kapsamlı ve acil. Her şeyden önce bu soruna, bu bakış açısı ile müdahale etmeye başlamalıyız. Böyle bir iktisadi düzeyin diğer düzeyleri belirlediği bu nedenselliğin göz ardı edildiği koşullarda Marksizme uzak düşeriz.

Örneğin çeşitli ülkelerde sorun sadece baskıcı rejimler gibi görünüyor olabilir ama bu doğru bir çıkarsama değil. Kapitalizmin yaşandığı ülkelerde hedef sadece “daha demokratik bir rejime ulaşmak” yönünde belirlenmemeli. Benzer biçimde, baskıcı hükümetlerin kimlikler üzerinde yarattığı baskıya karşı ortaya konulan mücadele, mülkiyet ilişkilerine karşı çıkmak anlamındaki bir görevin kendisini karşılamaya yeterli gelmez. Hatta neredeyse o alanla ilgilenmez bile. Bu nedenle sosyalistler olarak sorunumuzu yalnızca baskıcı burjuva hükümetler olarak tanımlayamayız. Sorun halihazırdaki iktisadi ilişkiler bütününün yarattığı kriz, savaş ve ekolojik felaketler zinciridir.

Krizler, savaşlar ve felaketler vardır ve çoktur. İşte bütün bu sorunlara bir çözüm arıyorsak eğer, tek bir evrensel çözüm gücü var. O güç dünya işçi sınıfıdır. Evrensel çözüm emekçiler ve onunla ittifak edecek diğer bütün demokrasi kuvvetlerinin vereceği kavgayla gelebilir. Bunu bir an bile unuttuğumuzda dünya çapındaki büyük, bütünsel sorunlara karşı mücadele edecek tek varlığımızı ve imkanımızı kaybederiz. Böyle bütünsel sorunlar yaratan, bütünsel bir kapitalizme karşı, bütünsel bir mücadele verilebilir. Bu bütünleyici kuvvet işçilerdir.

Ön kademeye saplanmayan bağımsız işçi sınıfı hareketi

Dünya çapındaki devasa sorunlara iktisadi alandan bakmayı reddetmek, sadece son dönemin bir metodu değil. Burada köklü olarak, özellikle 80’lerden itibaren belirginleşen bir ele alış tarzı var. İktisadi alanı bir kenara koyarak; demokrasinin, ulusal kimliklerin, cumhuriyetin kazanımlarının ya da antiemperyalizmin gündeme alınmasına göre taraflar oluşmuş durumda. Bu yeni de değil, epey zamandır taraflaşmalar bu biçimde beliriyor. Verilen çabalar iyi niyetli tabii ki ama bu iyi niyetli çabalar istediğimiz sonucu verecek diye bir kural yok. Mücadelenin kendisini kademelendirme anlayışı sanıldığı gibi işi kolaylaştırmaz ve sonuca ulaştırmaz.

Örneğin bir taraf, şu aşamadaki güncel işimizin antiemperyalizm olduğunu öne sürebiliyor. Benzer şekilde bir başka taraf cumhuriyetin kazanımlarını korumak üzere bir mücadeleyi esas alıyor. Demokrasinin aşınmış yönlerini tamamlamak, haksızlığa uğrayan kimlikleri bu haksızlıktan kurtarmak, baskıcı rejime karşı çıkmak, yeni bir yasama organını yaratmaya çalışmak gibi yönelimler de var. Bu stratejilerin hepsi yapmak istedikleri işi, asıl yapılması gereken işten önceki “birinci kademe” olarak görüyor aslında. Böyle bir olumlu varsayıma rağmen kademelendirme yaparak, üretim ve mülkiyet ilişkileri alanındaki sorunu ele almayı erteleyen yaklaşımlar hatalı.

Somut ve güncel bir durumu inceleyecek olursak, baskıcı bir rejimin inşası ile karşı karşıyayız. Hepimiz iliklerimize kadar hissediyoruz bunu. Bu başlı başına çalışıp, mücadele edeceğimiz bir alan. Ne var ki, demokrasi alanında verilecek mücadelenin, otomatik olarak emek alanında verilmesi gereken mücadeleyi de karşılayacağı tezi doğru değil. İşçi sınıfı mücadelesinin zaten kendiliğinden oluşacakmış gibi düşünülmesi çok ciddi bir yanılgıyı içeriyor. İşçi sınıfı davası bilakis özel olarak odaklanılması gereken bir düzey. Bu yüzden işçi sınıfı hareketi, kendisini demokrasi mücadelesinden ayrı olarak ileri sürmelidir. Böyle yapmadığında kendi özelliğini, kendi tezlerini, kendi iddialarını ve kendi hedeflerini açıkça ortaya koyamaz. Zaten ortaya koyamadığını da gözlemliyoruz. Hiçbir aşamada bunu belirgin olarak ileri süremediği için işçi sınıfı hareketi güç kazanamadı. Bu anlamıyla bahsettiğimiz kademelendirme modellerinin doğru sonuç vermediğini saptayabiliriz.

Bizim işimiz üretim ilişkileridir, mülkiyet ilişkileridir ve mevcut mülkiyet ilişkilerinin ilgasıdır. Buradan başlayan bir politik akımın olması gerekiyor. Bunun yerine koymak üzere öne sürülen her aşama yapmamız gereken asıl işi erteliyor. Bu yönelim bütün mücadeleyi bir ön aşamaya saplayıp bırakıyor.

Başlangıç kapitalizmin radikal eleştirisidir

Tezler öne sürerek, teoriler ortaya atarak, sözler üreterek mi güç oluşturmaya başlayacağız? Buna cevabımız evet olmalı. Zaten eğer böyle olmayacaksa, bir Marksist olarak yola çıkmanın imkanı ortadan kalkar. Marks’ın analizleri kapitalizmin yegâne radikal eleştirisidir. Onun ortaya koyduğu anlamda bir kapitalizm eleştirisinin sonuç verici olduğunu öngörebiliriz. Bu eleştirinin yarattığı tarihsel toplumsal denemelerin sonuçlarını görene kadar sürdürmeliyiz. Marksizmin güncel önermelerinin ve argümanlarının bir sonuç vermeyeceğini noktasına varmak, bütün deneylerin ve defterlerin kapatılması anlamına gelir ister istemez. Tam tersine kapitalizmin defterini dürecek olan Marksizmin üretim ve mülkiye ilişkilerini hedef alan radikal eleştirisidir.

Böyle bir eleştiriye, böyle bir itiraza ve böyle bir isyana sahip olmaktan başka bir temel olanağımız bulunmuyor. Kimse bize hazır ordularını vermeyecek. İşçi sınıfının, yoksulların, ezilenlerin paralı orduları ve hazır kıtaları yoktur. Onların argümanları, haklılıkları ve evrensel düzeydeki cüsseleri var. O evrensel varlıklarıyla ve enternasyonalist bilinçle bir araya gelebilirler. İşçi sınıfı bütün bunlardan yola çıkarak büyük, bütünsel ve kesintisiz bir güç yaratma imkanını üzerinde taşımaya devam ediyor.

Güç diyalektik ve evrimsel olarak gelişir

Bu işçi sınıfı hareketini ve gücünü yaratmak üzere hareket geçmezsek, hep gündeme gelen güç edinme tartışmalarında yanlış bir yere savrulabiliriz. “Siyaset güçle yapılır ancak bizde şu an güç yok” denildiğinde varılan nokta atalet oluyor. Siyasetin güçle yapılacağını ifade edenlerin “gücün neyle yapılacağı” sorusunu cevapsız bırakması çok dikkat çekici.

Kimse zaten oluşmuş hazır gücünü, işçi sınıfı siyasetini yürütmek isteyenlere armağan etmez. İşçi sınıfı hareketi, kendi gücünü kendisi olarak yaratmak kaderiyle baş başadır. Onun ana sorusu şu olabilir. Siyaset güçle yapılırsa eğer, güç neyle yapılır? Marksistlerin görevi bu gücün nasıl yaratılacağı yönündeki çabayla ilişkilidir. O çaba gösterilirse güç yaratılır ve kapitalizm karşıtı bir mücadele ancak bu sayede verilebilir hale gelir. Bir merkezde bambaşka bağlamda birikmiş olan bir güçten, biz de işçi sınıfı davası için yararlanmayı rica edemeyiz. Kimse başka bir hedefle oluşmuş bir gücü, kapitalizme karşı mücadele etsin diye, iyi niyetli bir solcu topluluğa ödünç vermez. İstese de veremez zaten.

Kapitalizme karşı mücadele edecek güç, sanki emek verilmemiş bir miras gibi, hazır olarak bizim önümüze düşüvermez. Bu güç, elde bulunan ilk imkanlarla işçi sınıfına odaklanarak verilen mücadelenin diyalektik ve evrimsel sonucu şeklinde ortaya çıkar.

Diğer gündemlerden ayrı olarak işçi sınıfı hareketi ve çoğulculuk

Güncel Türkiye koşullarında siyaset yapacaksak Kürt hareketi ya da HDP’yle ilişkinin belirlenmesi hayati bir konu.

Kürt meselesini de kapsayan, genel bir demokrasi mücadelesi verildiğinde bunun bir doğal sonucu olarak, işçi hareketinin kendiliğinden gelişeceği tezi haklı çıkmadı. İşçi sınıfının hareketini, siyasetini ve örgütünü yaratmak üzere özellikle bu alana odaklanmış bir çaba gerekiyor. O nedenle işçi hareketi, demokrasiye amaç edinen mücadeleden ayrı olarak kurgulanmalı. Bununla birlikte kendi varlığını ortaya koyabilen hareket, kendisini ayrı olarak ifade edebilme olanaklarına sahip bir biçimde Kürt hareketiyle ittifak etmeli.

Mevcut düzen partileri kendi aralarında ittifak kurarken son derece esnek ve alan açıcı olabiliyorlar. Solda demokrasi cenahını benzer biçimde düzenleme imkanına sahip olan HDP ise bu konuda onlardan daha iyi sayılmaz. Hatta tutuk denebilir. Kendi bünyesinde yer alan solu yeterli ittifak olarak görüyor neredeyse. Oysa ki HDP içinde yer almamış olan bir sol hareket de var. Selahattin Demirtaş’ın çağrıları biraz da bu alandaki boşluğu tamamlamak üzere atılmış adımlar niteliğinde görülebilir.

Bununla beraber HDP’nin bütün çabalarına rağmen, HDP ile ilişki kurmaktan uzak durmaya çalışan tutumlar ciddi olarak yanlıştır. HDP ve Kürt halkı bu ülkede yürütülen sınıf mücadelesinin ve tabii ki demokrasi mücadelesinin müttefikidir. Esas teşkil etmeyen gerekçelerle bu dinamikten uzak düşmek, toplam mücadeleyi olumsuz yönde etkiler.

Ülkenin üzerine kâbus gibi çökmüş baskıcı bir rejime karşı olan herkesle bir araya gelinebilir. Tüm sol yapıların bir araya gelişindeki hayati formül, çeşitlilik arzeden tüm kesimler arasındaki ilişkinin çoğulculuk ve eşitlik prensibi temelinde kurulmasıdır.

Soldan, demokrasiden yana bütün kesimler birlikte bir düzlem ve ittifak oluşturmalıdır. Ne var ki işçi sınıfı siyaseti ve hareketi yaratmak yönünde mücadele edenler de ayrı bir birlik de yaratmak zorunluluğuyla karşı karşıya. Bu birlik diğer tüm bağlamların, gündemlerin, kademelerin yanı sıra ve onlardan ayrıca yaratılmalı. Tüm bağlamlar varlıklarını haklı, meşru ve gerekli görüyor doğal olarak. Tıplı o şekilde bir işçi sınıfı davası da haklı, meşru ve gereklidir. İşçi sınıfı bunu böyle ileri sürmeli ve bu yönde bir çaba yürütmeli. Konu bu yönleriyle ayrıntılı ve sofistikedir.

Türkiye’de hem demokrasi alanı hem, de işçi sınıfı siyaseti alanı olmak üzere iki ayrı ittifak sistemine oluşturulmalı. Demokrasi alanındaki ittifakı düzenlemekte HDP kritik bir role sahip. HDP, Millet İttifakı şartlarındaki ilişkilere benzer bir şekilde demokrasi alanındaki sol kuvvetlerin konumlanışını düzenleyebilir. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokra var. Bu nokta HDP’nin ittifak içinde, işçi sınıfı siyaseti yapmaya çalışanların kendisini ayrıca ifade edebilmesine alan açmasıdır. Örneğin, genel bir HDP başlığında ittifak oluşturulabileceği gibi, HDP ile ittifak etmiş olan örgütlerin adları ayrıca yer alabilir kendisine. Çoğulculuk ilkesi böylelikle daha ileri bir niteliğe kavuşmuş olur.

İşçi sınıfı davası eğer ayrı birlikteliğini oluşturamazsa, kendi programını asla ileri süremeyerek akamete uğrayacaktır. Bütün yakın dönem denemeleri bunu bize gösterdi. O nedenle işçi sınıfı çizgisi HDP ile ittifak eder bir konumda ama kendisini ayrıca ifade ederek ortaya çıkmalı. HDP’nin ittifak kurgusu hem hayatın, hem de siyasetin çeşitliliği ve çoğulluğu karşılayacak nitelikte geliştirilmeli.

Selahattin Demirtaş’ın cezaevinden yazdığı yazılarda bunu vurgulaması HDP’nin genel yaklaşımının ilerisindedir. O demokrasi yönünde mücadele eden güçlerin yanı sıra ve ayrı olarak emekçiler bağlamının kapısını açtı. HDP ya bu ileri ölçüyü önemseyecek ya da önceki yaklaşımıyla devam ederek kendini ayrıca ifade etme usulüne sıcak bakmayacak.

Olumlu örnek olarak anmak gerekirse TİP’den yoldaşların demokrasi mücadelesiyle birlikte, sol ve emekçilerden yana bir söylemi ön plana çıkarmaları iyi bir etki yarattı. Bir politik yapının böyle bir tutumu benimsemesi HDP ile ittifaktan uzaklaştığı anlamına gelmez. Bilakis o ittifakı güçlendirir ve olabilecek diğer ittifakları teşvik eder.

*Bu yazı Siyasihaber sitesinin ‘Sosyalist Hareket Nasıl Konumlanmalı?’ dosyası için hazırlanmış ve ilk defa 18 Aralık 2021 tarihinde siyasihaber6.org sitesinde yayınlanmıştır.

İlgili Yazılar

Post

Colani Golan Tepelerini Savunmadı

Post

Kişi Başına GSYH 720 Binse, Asgari Ücret 50 Bin TL Olmalı

Post

Ara Aşamalar

Post

Ortadoğu’daki Dalgalanmalar

Post

Tam Kurtuluşun Yolu

Post

Gerçekçi Ol, İmkansızı İste

Post

Kamusal Emeklilik Hakkı Savunulmalı

Post

İyi Bir Başlangıç

Post

Tek Adam Rejimi Tekledi

Post

Açlıktan Öte Köy Var mı?

Post

Emsalsiz, Tek ve Kıyaslanamaz Değiliz

Post

Asgari Ücret 42.300 Lira Olmalı

Post

Asgari Ücreti Kıyaslamak

Post

Asrın Hortumlaması: 133,5 Milyar Dolar

Post

Enflasyonu Ücretler Yaratmıyor: 5 Kanıt

Post

Üreten Biziz, Paylaşan Da Biz Olacağız

Post

Emeğin Tam Karşılığı, Tam Refah, Tam İstihdam

Post

Haklılığımızı Açıklıyoruz Ve Kanıtlıyoruz

Post

Üç İnsandan Biri İşsiz, Dört Çocuktan Biri Aç

Post

Kurban Edilmek İstenen Emekliler

Post

Köylülere Her Yönden Saldırı

Post

Olmaktan Korktukları Yerdeler

Post

Tarih Bir İpucu Bekliyor

Post

Yarını Bugünden Kurmaya Başlamak

Post

Kamu Yararı için Ürün ve Hizmet Yaratmak

Post

Yön Göstermek

Post

Somut Koşulların Somut Analizi ve Siyaseti

Post

AKP Bir Geri Dönülmez Felakettir

Post

Orman Yangınlarında Bütün Tohumlar Ölmez

Post

Kerelerce Ölçülen Gelir Adaletsizliği

Post

Alem Buysa Kral Popülistler

Post

İşçi Sınıfı Şart Koşabilir

Post

Sefalet Endeksi

Post

Birkaç Ağaç ve Bir Nefes

Post

Ücret ve Kar Tahterevallisi

Post

Laiklik Şimdi ve Hep Gerekli

Post

Enflasyonun Yarattığı Sefalet

Post

Enflasyonun Sebebi Açlık Sınırındaki Ücretler mi?

Post

Bütçede Değirmenin Suyu Nerden Gelir Nereye Gider

Post

Anayasa Mahkemesini Bir Kez Tanımamak

Post

Gençler Sadece Asansör İstemez

Post

Emek ve Demokrasiden Yana Cumhuriyet

Post

Yahudi Olmayan Çocuklar da Çocuktur

Post

Elin ve Evin İyisi

Post

Göz Hizasında Siyaset

Post

Dördüncü Kuvvet Dik Duruyor

Post

Beton Bina ve Fabrika

Post

Smaç Sebep Sayı Sonuçtur

Post

Sorun Geniş Bir Zaman ve Mekanda

Post

Ekmek İstiyoruz ama Gül De

Post

Parti İşçi Sınıfını Besteler

Post

Kamu Mülkiyetini Kurtarmak

Post

İçeriksizlik Fırtınası

Post

Ormanlar Bizim, Kahrolsun Kapitalizm

Post

“Esset” Değil Halkın Öz Varlıkları

Post

Var ve Yok Listesi

Post

Karşı Kültür

Post

Günbegün Ücret Mücadelesi

Post

Aslanı Kediye Boğdurmak

Post

Sonradan Hatırlananlar

Post

Seçimin Yarattığı Yorumlama İmkânı

Post

Erdoğan’a Yetki Yok

Post

Mülkiyet Sorunu

Post

Halkın Temel İhtiyaçları, Kamu Hizmeti Olarak Karşılanmalı

Post

Örgütlü Gücü Meclis'e Taşıyalım

Post

Hiçbir Yerden İzin Almamak

Post

Mahirleri Anmak Değil Anlamak

Post

Hareketin Hareket Halindeki Doktrini

Post

Denizlere Çıkar Sokaklar

Post

Tabutta Röveşata

Post

Buyurunuz Buradan Yakınız, Mösyö Hükümet

Post

Depremin Siyaset Üstü Olmaması

Post

Basra Harap Olmadan Önce

Post

Halkın Birikimlerinin Bağımsızlığı

Post

Görev Zamanı

Post

Bu Daha Başlangıç

Post

Kaynaşmış Değiliz

Post

Bolsonaro Tavuğunu Yalnız Yemesin

Post

Suriye Sınırını Değil Açlık Sınırını Geç

Post

Neden Yapmasınlar?

Post

Hayallerin de Sadakate İhtiyacı Vardır

Post

Büyük Pasta, Küçük Pay

Post

Yine Sınırlama Esas, Hürriyet İstisna

Post

Seçenek Biziz

Post

Üç Husus

Post

Radikalizm

Post

Örgütlü Toplum Parlamentoya Rengini Vermeli

Post

İşçi Sınıfı Programı Vaat Eder

Post

Güç Siyasetle Yapılır

Post

Yenilgi Sonrasında Yorumlamanın ve Politik Programın Yitimi

Post

İşçi Sınıfının Tahtına Oturmaya Kalkışmak

Post

Hedef, Özne ve İktidar Organı