Post

Yön Göstermek

Yıllar yılı temel “alıştırmalardan” uzak durduğumuz için, bir iş yapmaya kalkıştığımızda büyük zorluklar yaşıyoruz. Hani çok durgun zamanlar geçirmiş birisi, hareket edeyim dediğinde eklemlerinde çıtırtılar duyar ve aşırı derecede zorlanır ya öyle. Eğilse parmakları yere değmez, şöyle bir dönse beli ağrır gibi.

Ama zurnada peşrev olmaz. Bir yerden başlamalıyız ve başlamak bitirmenin yarısıdır, derler.

Yerel seçimler çıktı geldi önümüze.

Bize şimdi ne lazım acaba?

Eren Erdem’e atfedilen bir söz var. Mealen demiş ki, “Erdoğan’ın karşısına kutu kolayı koysak kazanır”. İlginçtir, sadece o seçimlerden sonra çok kınandı. Oysa ki bunun eskiden beri olagelen çok versiyonu var. Ceketimi koysam kazanır demek de var. Bu belli ki bizim coğrafyanın insanında yerleşik bir tavır. Yani, hiçbir şey yapmamıza gerek yok. Akla gelen ilk fikirlerden biri bu. Şarkıdaki gibi “Endamın yeter, gözlerin yeter, uğramasın sana, ne hüzün ne de keder”. 

90’larda Hülya Avşar bir ara ünlü oluvermişti. O sıralarda büyük bir eğlence organizasyonu gerçekleşti. Herkes çıkıyor şarkılar söylüyor, danslar yapıyor derken, sahneye Hülya Avşar da çıkarıldı. Salon tıklım tıklım ve Hülya Avşar sahnede bir o yana bir bu yana yürüyor. İzleyiciler, karşılarında çok sevilen bir ünlüyü buldukları için bundan bile bir nevi memnunlar. Onu izliyorlar ama “konu” yok. Bir süre sonra bunu Hülya Avşar bile fark etti ve “ben şimdi size ne yapayım ki, şarkı söylemeyi de dans etmeyi de bilmiyorum” dedi. Evet durum çok saçmaydı. Sinema oyuncusu hiçbir şey yapmadan dolaşıyordu pistte ve fakat o dahi olmadı. Acayip oldu, anlamsız oldu ve o popüler insan dahi indi sahneden biraz utanarak.

“Endamın yeter” çizgisinden gitti, sadece boy gösterdi ve olmadı.

Bunun büyük bir hata olduğunu kabul etmemiz lazım. Endamı yetmez, boy göstermek yetmez, ceketini koymak yetmez.

Siyaset yapanların önemli bir kısmı, bu Hülya Avşar sendromunu aşamadı. Bunu düşünelim diye yazıyorum.

Ülke geneli, iller ve ilçeler için bir politik program yoksa, durum Hülya Avşar sendromudur.

Diyelim ki bir politik program var. Bu da, Cem Yılmaz’ın anlattığı “bir yurdum insanı Uzay Yolu dizisindeki ortama gitse ne olur gerilimi”. Tema var mı var, gerilim var mı var, program var mı var. Ama yine Cem Yılmaz’ın yaptığı esprideki gibi gidip “Uzay Yolu” deyivermek esprili olmak anlamına gelmez. Evet “Uzay Yolu” evet “yurdum insanı” ama bir stadyum büyüklüğünde boşluk ve işlenmemişlik duruyor ortada. Yani gidip “kardeşim özel mülkiyetin ilga edilmesi gerekiyor” diyerek önemli işler yapmak mümkün değil. Gerekli ama yeterli değil. Çok önemli bir tümden gelim ama bu tümdengelim maddesinin, yüzlerce tümevarım ile yeniden hissettirilmesi gerekiyor. Tamamen gözler önüne serilir demiyorum ama söylediğimiz prensibin iyi bir prensip olduğu hissettirilebilir. Yoksa olmaz. Söyleyip ruhunuzu kurtarmış olamazsınız. Fazla bir söz söylenmiş olmaz ve kurtarılması gereken ruhlarımız değil, toplumun kendisidir.

Tabii ki özel mülkiyeti şartlar elverirse ilga edelim. Kötülüklerin çoğunun anası odur. Gel gör ki, somut koşullarda hayatın bu meselesi önümüze çok farklı gelir. Örneğin asgari ücretin belirlenmesi olarak gelir. Somut, güncel ve memlekete ait bir konudur ve bir anda insanı şaşırtıcı derecede zorlar. Toplumun bir kesimi asgari ücret denilen, açlık sınırı civarındaki ücreti alıyorken, mülkiyet toplumun diğer küçücük kısmında birikir. Bu somut, güncel memleketin insanların ait soruna ilişkin yön gösterilmeden olmaz. Tam buradan bir yön gösterilmelidir. Bu vesileyle yön gösterilmelidir. Bu vesileyle sistemin savunucularıyla sert bir hesaplaşmaya girilmelidir. Milyonların gözünün önünde olmalıdır. Bütün toplum bu vesileyle bu sert hesaplaşmayı ya da tartışmayı ikna olana kadar izlemelidir. Bu sert tartışmanın her bir muharebesini kazanmaya çalışmalıyız, harbi kazanmanın yolu budur. Sert tartışmalardan haklı ve güçlü çıkarsak toplum bizim gösterdiğimiz yönden yürüyebilir.

Halka karşı sabırlı ve açıklayıcı olurken; sistemin savunucularına karşı sert ve kanıtlara dayalı olarak tartışmalıyız. Asgari ücret böyle olamaz demeliyiz ama özel mülkiyet de.

O zaman taşı gediğine koymuş oluruz.

*Hakan Öztürk'ün bu yazısı ilk olarak 1 Mart Cuma günü Yeni Yaşam Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.

İlgili Yazılar

Post

Colani Golan Tepelerini Savunmadı

Post

Kişi Başına GSYH 720 Binse, Asgari Ücret 50 Bin TL Olmalı

Post

Ara Aşamalar

Post

Ortadoğu’daki Dalgalanmalar

Post

Tam Kurtuluşun Yolu

Post

Gerçekçi Ol, İmkansızı İste

Post

Kamusal Emeklilik Hakkı Savunulmalı

Post

İyi Bir Başlangıç

Post

Tek Adam Rejimi Tekledi

Post

Açlıktan Öte Köy Var mı?

Post

Emsalsiz, Tek ve Kıyaslanamaz Değiliz

Post

Asgari Ücret 42.300 Lira Olmalı

Post

Asgari Ücreti Kıyaslamak

Post

Asrın Hortumlaması: 133,5 Milyar Dolar

Post

Enflasyonu Ücretler Yaratmıyor: 5 Kanıt

Post

Üreten Biziz, Paylaşan Da Biz Olacağız

Post

Emeğin Tam Karşılığı, Tam Refah, Tam İstihdam

Post

Haklılığımızı Açıklıyoruz Ve Kanıtlıyoruz

Post

Üç İnsandan Biri İşsiz, Dört Çocuktan Biri Aç

Post

Kurban Edilmek İstenen Emekliler

Post

Köylülere Her Yönden Saldırı

Post

Olmaktan Korktukları Yerdeler

Post

Tarih Bir İpucu Bekliyor

Post

Yarını Bugünden Kurmaya Başlamak

Post

Kamu Yararı için Ürün ve Hizmet Yaratmak

Post

Yön Göstermek

Post

Somut Koşulların Somut Analizi ve Siyaseti

Post

AKP Bir Geri Dönülmez Felakettir

Post

Orman Yangınlarında Bütün Tohumlar Ölmez

Post

Kerelerce Ölçülen Gelir Adaletsizliği

Post

Alem Buysa Kral Popülistler

Post

İşçi Sınıfı Şart Koşabilir

Post

Sefalet Endeksi

Post

Birkaç Ağaç ve Bir Nefes

Post

Ücret ve Kar Tahterevallisi

Post

Laiklik Şimdi ve Hep Gerekli

Post

Enflasyonun Yarattığı Sefalet

Post

Enflasyonun Sebebi Açlık Sınırındaki Ücretler mi?

Post

Bütçede Değirmenin Suyu Nerden Gelir Nereye Gider

Post

Anayasa Mahkemesini Bir Kez Tanımamak

Post

Gençler Sadece Asansör İstemez

Post

Emek ve Demokrasiden Yana Cumhuriyet

Post

Yahudi Olmayan Çocuklar da Çocuktur

Post

Elin ve Evin İyisi

Post

Göz Hizasında Siyaset

Post

Dördüncü Kuvvet Dik Duruyor

Post

Beton Bina ve Fabrika

Post

Smaç Sebep Sayı Sonuçtur

Post

Sorun Geniş Bir Zaman ve Mekanda

Post

Ekmek İstiyoruz ama Gül De

Post

Parti İşçi Sınıfını Besteler

Post

Kamu Mülkiyetini Kurtarmak

Post

İçeriksizlik Fırtınası

Post

Ormanlar Bizim, Kahrolsun Kapitalizm

Post

“Esset” Değil Halkın Öz Varlıkları

Post

Var ve Yok Listesi

Post

Karşı Kültür

Post

Günbegün Ücret Mücadelesi

Post

Aslanı Kediye Boğdurmak

Post

Sonradan Hatırlananlar

Post

Seçimin Yarattığı Yorumlama İmkânı

Post

Erdoğan’a Yetki Yok

Post

Mülkiyet Sorunu

Post

Halkın Temel İhtiyaçları, Kamu Hizmeti Olarak Karşılanmalı

Post

Örgütlü Gücü Meclis'e Taşıyalım

Post

Hiçbir Yerden İzin Almamak

Post

Mahirleri Anmak Değil Anlamak

Post

Hareketin Hareket Halindeki Doktrini

Post

Denizlere Çıkar Sokaklar

Post

Tabutta Röveşata

Post

Buyurunuz Buradan Yakınız, Mösyö Hükümet

Post

Depremin Siyaset Üstü Olmaması

Post

Basra Harap Olmadan Önce

Post

Halkın Birikimlerinin Bağımsızlığı

Post

Görev Zamanı

Post

Bu Daha Başlangıç

Post

Kaynaşmış Değiliz

Post

Bolsonaro Tavuğunu Yalnız Yemesin

Post

Suriye Sınırını Değil Açlık Sınırını Geç

Post

Neden Yapmasınlar?

Post

Hayallerin de Sadakate İhtiyacı Vardır

Post

Büyük Pasta, Küçük Pay

Post

Yine Sınırlama Esas, Hürriyet İstisna

Post

Seçenek Biziz

Post

Üç Husus

Post

Radikalizm

Post

Örgütlü Toplum Parlamentoya Rengini Vermeli

Post

İşçi Sınıfı Programı Vaat Eder

Post

Güç Siyasetle Yapılır

Post

Yenilgi Sonrasında Yorumlamanın ve Politik Programın Yitimi

Post

İşçi Sınıfının Tahtına Oturmaya Kalkışmak

Post

Hedef, Özne ve İktidar Organı