Post

Mülkiyet Sorunu

Büyük şair Ahmed Arif diyor ki:

Utanırım, / Utanırım fıkaralıktan, / Ele, güne karşı çıplak… / Üşür fidelerim, / Harmanım kesat.

Fukaralıktan utandığını anlatıyor. O günler hakikaten iyi günlerimizmiş. Biz artık fukaralığımızdan değil, aç kalışımızdan utanıyoruz. Türk-İş’in açıkladığı açlık sınırı 9.591 lira. Fukaralıktan utanabilme imkânının bedeli ise 31.241 lira olmuş durumda. Mart ayı itibariyle durum böyle.

Bunu çok marjinal sosyalistler mi söylüyor? Tabii ki hayır. Bu verilen rakamlar ülkedeki çok olağan istatistiki çalışmaların bir sonucu. Sıradan bir hesaplama ve sıradan bir veri. Gelin görün ki içinde keskin bir acı ve utanç saklı.

Ben şahsen başka bir ülkenin yurttaşına, benim ülkemdeki insanların açlık sınırının altında bir ücret aldığını söyleyemem, utanırım. İnsan, halkının bu koşullarda yaşamasından utanır çünkü. İnsan, ülkesinde yaşayanların ferah olmasını ister çünkü. Hamaset yapılırken milletini çok sevdiğinden söz edenler nedense halkın, milletin bu haliyle hiç kederlenmiyor.

Açlık sınırının altındaki ücret bizi hem açlığa hem de yoksulluğa mahkûm ediyor. Bununla kalmıyor, bizi her kalemde yoksunluğa da mahkûm ediyor. Emekçi halk olarak; eğitim, sağlık, beslenme, barınma, ulaşım ve enerji hizmetlerinden yoksunuz. Bu hizmetleri insan hayatına yakışır düzeyde alamıyoruz.

Anayasa’nın 42. maddesi “Kimse, eğitim ve öğretim hakkından yoksun bırakılamaz” diyor. Ama yoksunuz. Çocuğumuzun kreşe gitmesi, ilkokula gitmesi, orta eğitime gitmesi ve sonunda üniversiteye gitmesi hep bir sorun. Çünkü nitelikli eğitim hep paralı. Zenginler ve zengin olmayanların sahip olduğu imkanlar arasında uçurumlar var.

Anayasa’nın 56. maddesi “Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, iş birliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler” diyor.

Ama beden ve ruh sağlığımızı koruyabilmekten yoksunuz. Doğru dürüst randevu alıp hastaneye gidemiyoruz. Bir yanda halk hastane kapılarında bekleşip dururken, öbür yanda yandaş özel hastanelerin şatafatlı binaları yükseliyor. O şatafatlı hastanelerin kapısının önünden geçemiyor insanlarımız. Çünkü paralı ve çok pahalı.

Yurttaşlarımız hastane kapılarında beklediği gibi ucuz ekmek veren Halk Ekmek kuyruklarında da bekliyor. Aynı kuyruk Et ve Süt Kurumu’nun İstanbul Beylikdüzü’ndeki mağazasında da var. İnsanlar gün ışımadan sıraya giriyorlar ve eğer öğleden sonra ürün bitmiş olursa, beklemiş olmalarına rağmen eli boş dönüyorlar evlerine. Şehrin her yerinde kamudan gasp edilmiş alanlarda, sayısız AVM bulunuyor ama halkın beslenme ihtiyacını karşılamak üzere ikinci bir Et ve Süt Kurumu mağazası yok. Çocuklarımız etle beslenemeden büyüyor.

Anayasanın 36. maddesi “Herkes temel insani gereksinimlerini karşılayabilecek, insan haysiyetine yakışır biçimde konut ve barınma hakkına sahiptir” diyor. Ama hiç de böyle olmuyor.

Bir kamu emekçisini tayini biraz rağbet gören muhite çıksa, kirasını ödeyemeyeceği için oraya çalışmaya gidemiyor. Çünkü ev kiraları, aldığı maaştan yüksek. Bir genç başka bir şehirde üniversite kazansa barınma sorununu çözemediği için öğrenim görmeye gidemiyor. Giderse banklarda yatıyor. Barındığımız yerde ise asla ısınamıyoruz. Senelerdir kışı kombiyi yakmadan battaniyenin altında geçiriyoruz.

Anayasa’ya 23. maddesi “Herkes, yerleşme ve seyahat hürriyetine sahiptir” diyor. Ama biz seyahat özgürlüğümüzü kullanmaktan yoksunuz. Çalışan insanlar dahi, ulaşımı ucuza getirebilmek için bir indirimli öğrenci kartı bulmanın peşinde.

Hani türküde diyor ya:

Nesini söyleyim canım efendim? / Gayri düzen tutmaz telimiz bizim.

Nesini söyleyelim, hangi birini söyleyelim. Say say bitmez.

Halk aç ve açıkta. Halk temel ihtiyaçlarını karşılamaktan yoksun.

Halkın karnı tok sırtı pek değil.

Halkın temel ihtiyaçlarının karşılanacağı bütün alanlar, sermaye sınıfının kâr etme mantığına peşkeş çekiliyor. Bu alanların hepsinde halkın ihtiyaçlarını karşılamayı asla dikkate almayan bir anlayış hâkim kılınmaya çalışılıyor. Ancak paran varsa eğitim, sağlık, beslenme, barınma ve ulaşım imkanlarından yararlanabilirsin. Paran yoksa su bile yok.

Mülk sürekli olarak halkın elinden çıkıyor. Bir mülkiyet sorunu var. Kamu hizmeti verebilmek üzere kamu mülkiyetine sahip olabilme koşulları da yok edilmeye çalışılıyor. Kamu mülkiyeti ve kamu işletmesi yoksa, kamu hizmeti de yok elbette. O nedenle bütün kamu mülkiyeti alanları sermayeye parsel parsel satıldı, satılıyor. Haraç mezat satılıyor. Yok pahasına satılıyor ve el değiştiriyor.

Eğer kamunun bir eski arazisi varsa oraya AVM yapılıyor. Eğer kamunun bir eski hastanesi ya da okulu varsa, o mekan şehir dışına doğru sürülüp onun yerine lüks bir otel yapılıyor.

Demeliyiz ki, eğer emekçi halkımız emek veriyorsa, göz nuru döküyorsa, alın teri akıtıyorsa ve üretiyorsa mülkiyet de onda olmalıdır. Eğer üreten oysa yöneten de o olmalıdır.

*Hakan Öztürk'ün bu yazısı ilk olarak 12 Mayıs Cuma günü Yeni Yaşam Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.

İlgili Yazılar

Post

Olmaktan Korktukları Yerdeler

Post

Tarih Bir İpucu Bekliyor

Post

Yarını Bugünden Kurmaya Başlamak

Post

Kamu Yararı için Ürün ve Hizmet Yaratmak

Post

Yön Göstermek

Post

Somut Koşulların Somut Analizi ve Siyaseti

Post

AKP Bir Geri Dönülmez Felakettir

Post

Orman Yangınlarında Bütün Tohumlar Ölmez

Post

Kerelerce Ölçülen Gelir Adaletsizliği

Post

Alem Buysa Kral Popülistler

Post

İşçi Sınıfı Şart Koşabilir

Post

Sefalet Endeksi

Post

Birkaç Ağaç ve Bir Nefes

Post

Ücret ve Kar Tahterevallisi

Post

Laiklik Şimdi ve Hep Gerekli

Post

Enflasyonun Yarattığı Sefalet

Post

Hedef, Özne ve İktidar Organı

Post

İşçi Sınıfının Tahtına Oturmaya Kalkışmak

Post

Yenilgi Sonrasında Yorumlamanın ve Politik Programın Yitimi

Post

Güç Siyasetle Yapılır

Post

İşçi Sınıfı Programı Vaat Eder

Post

Örgütlü Toplum Parlamentoya Rengini Vermeli

Post

Radikalizm

Post

Üç Husus

Post

Seçenek Biziz

Post

Yine Sınırlama Esas, Hürriyet İstisna

Post

Büyük Pasta, Küçük Pay

Post

Hayallerin de Sadakate İhtiyacı Vardır

Post

Neden Yapmasınlar?

Post

Suriye Sınırını Değil Açlık Sınırını Geç

Post

Bolsonaro Tavuğunu Yalnız Yemesin

Post

Kaynaşmış Değiliz

Post

Bu Daha Başlangıç

Post

Görev Zamanı

Post

Halkın Birikimlerinin Bağımsızlığı

Post

Basra Harap Olmadan Önce

Post

Depremin Siyaset Üstü Olmaması

Post

Buyurunuz Buradan Yakınız, Mösyö Hükümet

Post

Tabutta Röveşata

Post

Denizlere Çıkar Sokaklar

Post

Hareketin Hareket Halindeki Doktrini

Post

Mahirleri Anmak Değil Anlamak

Post

Hiçbir Yerden İzin Almamak

Post

Örgütlü Gücü Meclis'e Taşıyalım

Post

Halkın Temel İhtiyaçları, Kamu Hizmeti Olarak Karşılanmalı

Post

Mülkiyet Sorunu

Post

Erdoğan’a Yetki Yok

Post

Seçimin Yarattığı Yorumlama İmkânı

Post

Sonradan Hatırlananlar

Post

Aslanı Kediye Boğdurmak

Post

Günbegün Ücret Mücadelesi

Post

Karşı Kültür

Post

Var ve Yok Listesi

Post

“Esset” Değil Halkın Öz Varlıkları

Post

Ormanlar Bizim, Kahrolsun Kapitalizm

Post

İçeriksizlik Fırtınası

Post

Kamu Mülkiyetini Kurtarmak

Post

Parti İşçi Sınıfını Besteler

Post

Ekmek İstiyoruz ama Gül De

Post

Sorun Geniş Bir Zaman ve Mekanda

Post

Smaç Sebep Sayı Sonuçtur

Post

Beton Bina ve Fabrika

Post

Dördüncü Kuvvet Dik Duruyor

Post

Göz Hizasında Siyaset

Post

Elin ve Evin İyisi

Post

Yahudi Olmayan Çocuklar da Çocuktur

Post

Emek ve Demokrasiden Yana Cumhuriyet

Post

Gençler Sadece Asansör İstemez

Post

Anayasa Mahkemesini Bir Kez Tanımamak

Post

Bütçede Değirmenin Suyu Nerden Gelir Nereye Gider

Post

Enflasyonun Sebebi Açlık Sınırındaki Ücretler mi?