Post

“Esset” Değil Halkın Öz Varlıkları

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Körfez Ziyareti öncesi bir basın toplantısı gerçekleştirdi. Orada çok sinirli bir yüz ifadesiyle şöyle diyor:

“Şu anda savunma sanayide, altyapı, üst yapı yatırımlarında Türkiye’nin üç ülkeye ciddi bir yatırım imkânı olacak. Bunun yanında bu ülkelerin Türkiye’den belirli ‘asset’leri alma durumları olacak. Ama bazı cambazların söylediği gibi. ‘BOTAŞ’ı satıyorlar’ gibi bir şey yok, neyin satılacağını neyin satılmayacağını çok iyi biliriz.”

“Asset” öyle mi?

Erdoğan’ın “asset” diyerek geçiştirdiği kelime varlık anlamına geliyor.

Yani bu ülkenin varlıkları, bu toplumun varlıkları, kamu varlıkları. Yani bu ülkenin malı, mülkü her şeyi.

Nedense tam bu varlıkların satıldığı anlatılacakken İngilizce “asset” tabiri devreye giriveriyor.

Ne oldu o yere göre sığdırılamayan “yerli ve millilik” konusu? Neden bir anda Türkçe konuşma akışı değişti? “Yerli ve milli” olanların her durumda Türkçe kelimelerle kendini ifade etmesi gerekmez mi? Elbette gerekir ama burada acı bir gerçeği perdeleme kaygısı, bu tavrı ortaya çıkarıyor.

Bir de Erdoğan neyin satılıp neyin satılmayacağını çok iyi bildiğini ileri sürüyor. Tam ekonomist olma iddiası gibi. Bildiğimiz çok ünlü bir Türk Telekom satışı var. Onun döneminde satıldığı için, doğrudan onun sattığını kabul edebiliriz.

Türk Telekom’un satışı 1993 yılında da hayata geçirilmeye çalışılmıştı ama o zamanlar yine de bir hukuk işlemiş ve Anayasa Mahkemesi bu satışa izin vermemişti. Dikkat çekici bir gerçek olarak, o zamanlar bedelinin 40 milyar dolar olduğunu görüyoruz.

Kuruluş, 2005 yılında Lübnanlı Hariri ailesi ve Suudilerin ortak olduğu Oger’e 6,5 milyar dolara memleket varlıkları listesinden çıkarıldı. Üstelik kasasında 2 milyar dolar da vardı. Hariri ailesi bu satın almadan sonra, borcunun sadece 1,4 milyar ve 600 milyon dolar olan iki ödemesini yaptı. Üstüne üstlük borcunu ödeyemeyince ülkemizin bankaları 4,75 milyar dolar borç verdi. Hariri ailesi bir nevi derenin taşıyla derenin kuşunu vurdu.

En sonunda bu uğursuz grup Türk Telekom’un borçlu hale gelmesini sağladı, hisselerinin değerini düşürdü, bütün kârını çekip aldı ve satın almak için kullandığı kredileri ödemeyerek kaçıp gitti.

Bu ülkenin evlatlarına bir enkaz bırakarak, kaçıp gitti.

Şimdi Avrupa’nı en düşük hızıyla internet kullanıyoruz. Çocuklarımız uzaktan eğitim almaya çalışırken bunun yarattığı bütün sorunları tek tek yaşadık. Ülke, teknolojinin verdiği en önemli imkanlardan birini kullanma konusunda geriyse o nedenle geri işte.

Buyurunuz “neyin satılacağını neyin satılmayacağını çok iyi bilme” performansına bakınız. Özelleştirme faciaları tarihine geçecek bir özelleştirme. Bir işletme kamuda olursa çok kötü, özel sektörün elinde olursa çok iyi olurmuş efsanesini de denemiş olduk böylelikle.

Yaklaşık 80 fabrika, 1 Tüpraş, 1 Türk Telekom, 1 Tekel, 10 kadar liman ve barajlar çatır çatır satıldı bu kafayla.

Millileştirilmedi aksine özelleştirildi, “yerli ve millileştirme” kavramı hiç dikkate alınmadı.

Yerli ve milli olanların zat-ı muhteremlerin gözlerinden bir damla yaş bile akmadı.

Bu milletin, bu toplumun, bu halkın olana kamu varlıkları acımasızca satıldı. Peşkeş çekildi. 

Kimsede yabancılara satış yapılmasıyla ilgili bir tepki olmadı.

Her yönden kuşatılmış durumdayız.

Daha önceki furyada 63 milyar dolarlık kamu varlığı satılmıştı.

Şimdi büyük bir dalga daha geliyor.

Hani, beslenme, barınma, sağlık, eğitim, ulaşım ve enerji alanlarındaki ihtiyaçlar kamu hizmeti olarak karşılansın demeye çalışıyoruz ya.

Bu ancak ve ancak kamu kuruluşlarıyla, kamu varlıklarıyla, kamu işletmeleriyle mümkündür.

Bu bir kamu mülkiyetine sahip olma meselesidir.

Depremden sonra bir teyzemiz enkazın altından sağ çıkarılıp hastaneye götürülüyor olduğunda demişti ki “yavrum beni sakın özele götürmeyin, ben ödeyemem onun parasını”. İşte acı gerçek budur, bizler kamu tarafından verilmeyen hizmetlerin bedelini asla ödeyemeyiz. Bir ölüm kalım anında bile bize birinci dereceden sorun olur bu.

 Eğer devlet hastaneleri, kamunun sağlık hizmeti yoksa sonumuz, aldığımız sağlık hizmetinin bedelini ödeyememektir.

O nedenle Türk Hava Yolları’nı, Türk Telekom’u, BOTAŞ’ı, İzmir Alsancak Limanı’nı sattırmamalıyız.

Eski askeri arazilerin de içinde yer aldığı, 85 milyar dolarlık kamu arazisinin imara açılmasını engellemeliyiz.

Onlar “esset” değil, bu ülkenin emekçi halkının öz varlıklarıdır.

Bu mülkiyet mücadelesini vereceğiz.
 
*Hakan Öztürk'ün bu yazısı ilk olarak 21 Temmuz Cuma günü Yeni Yaşam Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.

İlgili Yazılar

Post

İyi Bir Başlangıç

Post

Olmaktan Korktukları Yerdeler

Post

Tarih Bir İpucu Bekliyor

Post

Yarını Bugünden Kurmaya Başlamak

Post

Kamu Yararı için Ürün ve Hizmet Yaratmak

Post

Yön Göstermek

Post

Somut Koşulların Somut Analizi ve Siyaseti

Post

AKP Bir Geri Dönülmez Felakettir

Post

Orman Yangınlarında Bütün Tohumlar Ölmez

Post

Kerelerce Ölçülen Gelir Adaletsizliği

Post

Alem Buysa Kral Popülistler

Post

İşçi Sınıfı Şart Koşabilir

Post

Sefalet Endeksi

Post

Birkaç Ağaç ve Bir Nefes

Post

Ücret ve Kar Tahterevallisi

Post

Laiklik Şimdi ve Hep Gerekli

Post

Enflasyonun Yarattığı Sefalet

Post

Hedef, Özne ve İktidar Organı

Post

İşçi Sınıfının Tahtına Oturmaya Kalkışmak

Post

Yenilgi Sonrasında Yorumlamanın ve Politik Programın Yitimi

Post

Güç Siyasetle Yapılır

Post

İşçi Sınıfı Programı Vaat Eder

Post

Örgütlü Toplum Parlamentoya Rengini Vermeli

Post

Radikalizm

Post

Üç Husus

Post

Seçenek Biziz

Post

Yine Sınırlama Esas, Hürriyet İstisna

Post

Büyük Pasta, Küçük Pay

Post

Hayallerin de Sadakate İhtiyacı Vardır

Post

Neden Yapmasınlar?

Post

Suriye Sınırını Değil Açlık Sınırını Geç

Post

Bolsonaro Tavuğunu Yalnız Yemesin

Post

Kaynaşmış Değiliz

Post

Bu Daha Başlangıç

Post

Görev Zamanı

Post

Halkın Birikimlerinin Bağımsızlığı

Post

Basra Harap Olmadan Önce

Post

Depremin Siyaset Üstü Olmaması

Post

Buyurunuz Buradan Yakınız, Mösyö Hükümet

Post

Tabutta Röveşata

Post

Denizlere Çıkar Sokaklar

Post

Hareketin Hareket Halindeki Doktrini

Post

Mahirleri Anmak Değil Anlamak

Post

Hiçbir Yerden İzin Almamak

Post

Örgütlü Gücü Meclis'e Taşıyalım

Post

Halkın Temel İhtiyaçları, Kamu Hizmeti Olarak Karşılanmalı

Post

Mülkiyet Sorunu

Post

Erdoğan’a Yetki Yok

Post

Seçimin Yarattığı Yorumlama İmkânı

Post

Sonradan Hatırlananlar

Post

Aslanı Kediye Boğdurmak

Post

Günbegün Ücret Mücadelesi

Post

Karşı Kültür

Post

Var ve Yok Listesi

Post

“Esset” Değil Halkın Öz Varlıkları

Post

Ormanlar Bizim, Kahrolsun Kapitalizm

Post

İçeriksizlik Fırtınası

Post

Kamu Mülkiyetini Kurtarmak

Post

Parti İşçi Sınıfını Besteler

Post

Ekmek İstiyoruz ama Gül De

Post

Sorun Geniş Bir Zaman ve Mekanda

Post

Smaç Sebep Sayı Sonuçtur

Post

Beton Bina ve Fabrika

Post

Dördüncü Kuvvet Dik Duruyor

Post

Göz Hizasında Siyaset

Post

Elin ve Evin İyisi

Post

Yahudi Olmayan Çocuklar da Çocuktur

Post

Emek ve Demokrasiden Yana Cumhuriyet

Post

Gençler Sadece Asansör İstemez

Post

Anayasa Mahkemesini Bir Kez Tanımamak

Post

Bütçede Değirmenin Suyu Nerden Gelir Nereye Gider

Post

Enflasyonun Sebebi Açlık Sınırındaki Ücretler mi?