Şahsım Devlet Olursa - I
Yasallık ve meşruluk burjuva demokrasisinin tanımlayıcı iki temel özelliğidir. Burjuva demokrasisi, vazgeçilmez ilan ettiği bu özellikleri gereği her tür eylem ve işlemde hukuka bağlı kalmak zorunda olduğunu kabul etmiştir. Bir başka deyişle, yurttaşlarla yaptığı sözleşmede, hukukun üstünlüğünü benimsemiş ve meşru bir hukuk devleti olacağına dair söz vermiştir.
Burjuva demokrasisinin yasallığı, herhangi bir yasal düzeni değil, evrensel hukuk ilkeleri ve insan haklarına uygun bir yasallığı gerekli kılar. Yurttaşlar, burjuva devletin yasallık ve meşruluğuna güvenerek zor kullanma tekelini devlete bırakırlar. Bu nedenle burjuva hukuku, devletin bu kurucu niteliklerini yitirmesi, örneğin “Ben devletim işkence yaparım, gasp ederim, katlederim!” demesi durumunda, yurttaşların hukuk ve meşruiyet için direnme hakları olduğunu kabul etmiştir.
Marx’a göre, burjuva demokrasisi, burjuvazinin egemenliğinin en ideal biçimidir. Ancak Marx, bu siyasal yönetim biçiminin otokratik rejim biçimlerinin tohumlarını içinde barındırdığının da altını çizmiştir. Kapitalist devlet tipinde, sınıf mücadelesi veya egemen sınıflar arasındaki iktidar mücadelesi, burjuva demokrasisi içinde çözülemeyecek kadar derinleştiğinde, egemen sınıflar, faşizm, askeri diktatörlük ve Bonapartizm gibi olağanüstü veya “kural dışı” burjuva devlet biçimlerini “çözüm” olarak dayatmaya çalışırlar.
Otokratik rejimler modern anayasal devlet idealinden uzaklaşarak “kural” dışına çıksalar da sonuçta kılık değiştirmiş kapitalist devlet biçimleridir. Kural dışı otokratik devlet biçimlerinin toplumsal rıza üretmek için en sık kullandıkları yol, korkutulmuş çaresiz kitlelerin güvenlik ve istikrar arayışlarını kötüye kullanmaktır. Ulusal sınırlar içinde veya sınırlar dışında üretilen, kurgulanan düşmanlar ve onlarla mücadelenin ulusal beka sorunu olduğu iddiası, modern burjuva devletin kural dışına çıkmasının geçmişten günümüze en sık kullanılan bahanesidir.
Kural dışı kapitalist devlet biçimleri söz konusu olunca yukarıdaki Marksist sınıflandırma dışında da yaklaşımlar olduğunu belirtmek gerekiyor. Kapitalizmi, bizzat kendisinin ürettikleri dahil her türlü kötülükten arındırmaya çırpınan liberal ideologların sınıflandırma yaklaşımı bunlardan en popüleridir. Bu sınıflandırmada, evrensel liberallik ve demokrasi ölçütlerini karşılayan Batılı liberal demokrasiler, “gerçek/sağlıklı demokrasiler” olarak en üstte yer alırken, “diğer demokrasiler” kural dışına ne kadar çıktıklarına veya “ideal”den ne kadar uzaklaştıklarına göre sıralanırlar. Batılı bazı kuruluşlar, kendi “ideal” demokrasilerine ne kadar benzedikleri üzerinden dünya ülkelerine not verip sıraya diziyorlar. Notu düşük ülkelerin “demokrasileri” “özürlü/eksik” veya otoriter demokrasi olarak isimlendiriliyor.
“Özürlü” veya “hibrit” denilen yani demokratik ve antidemokratik unsurları bir arada barındıran “illiberal demokrasiler” otokratik de olsalar, küresel iktidar kendi liberal demokrasi idealini kirletmeden (!) otoriter/vesayetçi/seçimsel/delegatif vb. sıfatlı bu “demokrasilerle” kirli ilişkisini sürdürebiliyor. Ülkemizdeki rejimi tanımlamak için kullanılan “otoriter demokrasi” kavramı, en az “köşeli daire” tanımı kadar oksimorondur.
Burjuva demokrasilerini sınıflandırmada kullanılan bu yaklaşımın, “otoriter demokrasilerde” bekle gör muhalefeti yapanlara sağladığı da bir kolaylık var. Bırakınız evrensel hukuk ilkelerine, o ülkelerin özürlü hukukuna göre bile yasal ve meşru olmayan her şeyin, iktidardakiler için mümkün olduğu bu “seçimsel demokrasilerde”, muhalif partiler, yasadışı ve gayrimeşru yollarla manipüle edileceği açık olan özürlü seçimlere kadar usluca beklemelerini halktan, demokrasi adına isteyebiliyorlar.
Marksist yaklaşım, devlet biçimini tanımlamak için, iktidar bloğundaki sınıfsal denge, halkın demokratik mücadelesinin bu dengedeki ve karar mekanizmalarındaki yeri, etkinliği, yönetenler ve yönetilenler arasındaki ilişkinin hukuki, ideolojik, politik özelliklerini dikkate alır. Liberal yaklaşım ise onun için ideal devlet biçimi olan liberal demokrasi tanımına uyan ve uymayan yanlarıyla var-yok-eksik-az gibi yalnızca görüneni tanımlayan/deskriptif bir yaklaşımla devleti anlamaya çalışır. Tanımlayıcı veya görüngübilimsel yaklaşımın en önemli özrü, gördüğü kadarıyla yetinmesi, görünenin ardındaki dinamiklerle ilgilenmemesidir. Oysa hiçbir şey göründüğü kadar değildir. ‘Parlamento var mı, serbest seçim var mı, muhalif partiler var mı, siyasi rekabet mümkün mü, basın özgürlüğü var mı, gösteri, yürüyüş yapılabiliyor mu’ gibi sorulara aldıkları yanıtlar, rejimi tanımlamaları için yeterlidir; “liberal”, “az özürlü”, “ılımlı özürlü”, “ağır özürlü”… Parlamento var ama işlevsiz, tüm kararları reis-i cumhur veriyor. Seçim var ama adil, eşit, serbest değil. Muhalefet partileri var ama bazılarının liderleri cezaevinde, dışarıdakiler ise sokağa çıktıklarında linç edilmek isteniyor.Milletvekilleri cezaevine girip çıkıyor bazıları hiç çıkamıyor. Partiler kapatılma tehdidi altında. Seçilmiş belediye başkanlarının yerlerine kayyımlar atanmış. Medya var ama özgür değil. Yurttaşlara meydanlar, sokaklar yasak. Liberaller için de yukarıdaki gibi bir “demokrasi” özürlü demokrasidir, fakat hala demokrasidir. Ülkemizde de merkez sağ ve sol partiler hatta sosyalist çevrelerde de etkili olan bu sağ liberal devlet analizi, nasıl bir rejimde yaşadığımızın, rejimin ne gibi “devlet refleksleri” olabileceğinin ve bunlarla nasıl mücadele edeceğimizin kavranmasında en önemli ideolojik engellerden birisidir.
Ülkemizin son on iki yılda özrü gittikçe ağırlaşan rejiminin özrünün ağırlığı, başka bir deyişle kural dışına çıkma düzeyi, devlet biçiminde niteliksel bir değişikliğe neden olmuş mudur? Olduysa yeni biçimiyle bu devleti nasıl tanımlayabiliriz ve nasıl demokratikleştirebiliriz? Bu sorulara yanıt ararken, Nicos Poulantzas’ın “Geçiş Süreci” kitabındaki şu sözlerini dikkate almalıyız: “Faşizm, artık hiçbir zaman, hiçbir ülkede 1930’lar Almanya’sında olduğu gibi ortaya çıkmayacaktır”.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.