Emeğin Yol Haritası
Gün ağarmadan binbir türlü işin içerisinde yeni günün yeni işlerini yetiştirme telaşı içerisine giriyorsun. “Bir hava alayım” diye dışarı çıkasın geliyor, “lanet binalar gökyüzünü de kapatmış” deyip tekrar içeriye, işinin başına dönüyorsun.
Çok benzer hayatlardan, çok benzer yaşamlardan bir parçayız hepimiz. Binbir türlü yaşam gayretimiz içerisinde ekmek parası için gayretle, sabırla çalışmaya çalışıyoruz. Son zamanlarda çevrem “İş nasıl gidiyor?” diye sorduğunda verdiğim cevap “Çalışmaya çalışıyorum” oluyordu. Geçen işe gittiğim bir sabah yürürken birden bu cevabım aklıma geldi ve düşünmeye başladım. “Neden çalışmaya çalışıyorum?” diye.
Öğrencilik hayatı bitiyor, yeni bir yaşama adım atıyorsun. Her ne kadar kapitalizmi, patronu, sömürüyü, uzun mesai koşullarını, hak gasplarını teorik açıdan ya da işçi sınıfının verdiği mücadeleden bilsen de, sen de o sömürü çarkının içerisine girdiğin anda bir dengen sarsılıyor, karnına sancılar girmeye başlıyor. Merak etme ama öldürmüyor. İlk başta bir labirent içindeymişsin gibi hissediyorsun, yani deli dana gibi sürekli koşuşturuyorsun. Sonra koşuşturmakla labirentten çıkılamayacağını anlıyorsun ve sakinleyip normal adımlarla o ulaşacağın hedefine yürümeye başlıyorsun. Çalışıyorsun; yapman gerekenin en iyisini yapmanı istiyorlar, sen de en iyisini yapmaya gayret gösteriyorsun, sonra en hızlı biçimde yapmanı istiyorlar, sen de en hızlı biçimde yapmaya gayret gösteriyorsun, sonra hem en iyisini hem de en hızlı biçimde yapman gerektiğini söylüyorlar ve orada bir “Hop, ne oluyoruz?” oluyorsun. Peki ben sürekli benden beklenenleri yapınca patronlar da benim beklentimi karşılayacaklar mı? Mesela bana zam yapacaklar mı? Ya da mesaiye kaldığım saatlerin ücretini ödeyecekler mi? Refah içerisinde bir yaşam sürdürebilecek miyim mesela? Sonra hop, bir sessizlik.
İşte benim yaşam içerisinde kapitalizmle tanışma hikâyem böyle oldu. Sürekli senden bir şey ister, emek verirsin, gayret edersin, çalışırsın ama kendi beklentilerini aldıktan sonra işçinin haklarına, beklentilerine gözlerini kapatırlar. Peki, bu düzen hep böyle mi gidecek?
Bu düzenin böyle gidip gitmeyeceğinin kararını aramızdan bir kahraman çıkıp bize söylemeyecek. Eğer bir kahraman arayışındaysak, birlik olmak dışında başka bir kahramanlık göstergesi olmaz, arkadaşlar. Yazının başında da bahsettiğim gibi her gün o metrolardan, o otobüslerden, o metrobüslerden ordu gibi koşuşturarak iş yerlerimize gidiyoruz. Düşünelim, biz hepimiz birlik olsak ve hep birlikte “Yoksullukla mücadele etmeyeceğiz artık, bu düzenle patronlarla mücadele edeceğiz” desek, bu düzeni sarsmış olmaz mıyız?
Bakın, devletin, patronun, kapitalistlerin işçilerin örgütlenmesinden korkması hiç de boşuna değil; çünkü dünyayı sarsacak güç, işçi sınıfının gücüdür. Düzeni de değiştirecek olan güç işçi sınıfıdır. O yüzden nerede bir grev olsa, kolluk kuvveti de soluğu oradan alıyor; patronlar hemen işçilerinin mücadelesini bastıracak gücün arayışı içerisine giriyor. Bizim de örgütlü, güçlü işçi sınıfının mücadelesini yaratmak için o gücün arayışını bulmamız lazım; deniz feneri gibi yol göstermeye hazır.
TÜİK’ten iş kolu, kamu ya da özel sektör ayırmaksızın Türkiye’de sendikalaşma oranlarının yüzdesi ne kadarmış diye araştırmak istedim ama “Aranılan sonuç bulunamadı” uyarıları ile karşılaştım. Sonrasında biraz daha araştırarak ortalama %14-15 civarında bir sendikalaşma oranıyla çıkarım yapmaya başladım.
85 milyon insanın yaşadığı bir memlekette çalışma oranlarına baktım. TÜİK’in 2022 verilerine göre Türkiye’de çalışan nüfus yaklaşık 32 milyon civarında. Tek TÜİK’in verilerine de bağlı kalmayayım dedim; DİSK’in yine aynı şekilde verilerine baktığımda, 2023 verilerine göre Türkiye’de çalışan nüfusun 32 milyon civarında olduğu tespiti ile karşılaştım. Tabii bu verilerin içerisine sigortasız çalışanlar ve ev içi emeğin de dahil olmadığını düşünürsek, aslında azımsanmayacak bir tablo ile karşı karşıya kalıyoruz. Ve toplamda yaklaşık %14-15 civarında bir sendikalaşmanın olduğu tekrar yüzümüze vuruyor.
“Peki anlatıyorsun da ne olacak şimdi” dediğinizi duyar gibiyim. İşin aslı, işte o deniz fenerinin bize yol göstereceği güzergahı çizmekle başlar. İşçiler, emekçiler, her gün emeği görünmeyen bizlerin ne yapması gerektiği ile başlar. Uçakta acil bir durumda hostesler şöyle bir anons geçer: “Hava borusunu ilk kendinize, sonra yanınızdakine takın” derler. Benim derdim de bu; bir kahraman beklemeden, bu düzenden eğer biz razı değilsek, şimdiden değiştirmenin derdine düşüp harekete geçmeliyiz. Evet, ilk önce kendimiz hangi iş kolunda isek ona bağlı sendikaya gitmeliyiz, üye olmalıyız. Sonrasında iş arkadaşlarımızı sendikalı olmaya davet etmeliyiz. Sonrasında sınıfla bütünlük içinde bir siyasetin peşine düşmeliyiz.
Sendikalı olmak kolay ama sonrasında “başım feci yanar” diye mi düşünülüyor? Ya da artık sendikal bürokrasiden kaynaklı sendikalara güvensizlikten dolayı mı sendikaya örgütlenmeden geri adım atılıyor? İşte burada duralım; bu korku ortamını da, bu güvensizlik ortamını da yine yıkıp yenisini inşa edecek olanlar bizleriz. Harbiden bizleriz. Bunun için ilk yol örgütlenme, sonra birlik, sonrasında siyaset olacaktır. Bizlerin sadece kalabalık olmasının bir etkisi yoktur arkadaşlar; güçlü bir siyasi programı da net bir tavırla önümüze koymalıyız. O zaman bakalım yolumuzda yürürken pusulamız şaşar mı? Hedef program netse, şaşmaz. Su akar, yolcu yolunda bulur kendini.
Kara bulutlar içerisinde boğulduğumuzu düşünmeyelim; umut bu topraklarda var. Patronların ne kadar gücü varsa, bunun karşısında mücadele eden, hakkını arayan, grev yapanlar da var. Önemli olan, önümüze çıkan engelleri telaşa kapılmadan atlatmaktır. Hayatta hiçbir şey altın tepsiyle sunulmuyor; ekmek kavgasının kazanımı da elbette altın tepsi ile sunulmayacak. Bunun bilincine vararak gayretle ve sabırla yürüyelim
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.