O Büyük Canavarın Gölgesinde –Mersin Akkuyu İşçileri
Bir yaz gününün akşam üzeriydi, ilk defa o şantiyeyi görüyordum.
Evet, Mersin Akkuyu Nükleer Güç Santrali…
Dikkatimi çeken ilk şey sömürgecilerin gelip doğamızı yok etmesiydi. Koca bir dağın yarısı yok olmuştu. Yamaç boyunca kazınmış, yerle bir edilmiş taşlar, doğanın kalbine açılmış yaralar gibiydi. Fakat beni en çok sarsan, hektarlarca uzanan alanda binlerce işçinin kaldığı konteyner lojmanlardı. Bir kısmının penceresinde perde yerine uyduruk bez parçaları, bazısında iki tahta direğe asılmış çamaşırlar… O devasa yer bir köyden büyüktü, öyle bir büyüklük ki yanındaki kasaba köy gibi kalıyordu.
Giriş kapılarından birinde Rusça bir şey yazıyordu — üniversitede öğrendiğim Kiril alfabesi sayesinde yalnızca “kompleks” kelimesini okuyabildim. O baktığım manzaranın bende oluşturduğu göğsümün sıkışma hissi hâlâ aklımda. Bu manzara, yalnızca bir inşaat değil, insan emeğinin, doğanın ve onurun aynı anda ezildiği bir tablodan ibaretti.
Bugün o “kompleks”te yaklaşık 25 binden fazla işçi çalışıyor. Yüzlerce taşeron, alt taşeron ve taşeronun taşeronu... Ücretlerin eksik yatırıldığı, yemeklerin bozuk çıktığı, barınma koşullarının sağlıksız olduğu, hastalıktan ölen işçi haberleri sık sık sosyal medyaya düşüyor. Ancak bu sesler genellikle çok kısa bir süre yankılanıyor; sonra sessizlik. Çünkü orası yüksek güvenlikli bir alan, işçilerin dış dünyayla bağı neredeyse tamamen kopuk. Röportaj veremiyorlar, kamera sokulamıyor, hatta işçilerle iletişim kurmak bile yasak. Akkuyu’da çalışanlar, kelimenin tam anlamıyla görünmez emekçiler.
Şantiye kurulduğundan bu yana Akkuyu işçileri birkaç kez eyleme çıktı. Maaşlarını alamadıkları için, kötü yemekleri ve çalışma koşullarını protesto ettikleri için, bazıları ise yatakhanelerdeki hijyen koşulları yüzünden… Her defasında karşılarına güvenlik güçleri dikildi. Jandarma barikatları kuruldu, işçilerin sesleri daha kamp alanından dışarı taşmadan bastırıldı. Medya bu eylemleri “kısa süreli gerginlik” olarak verdi — o kadar. Hiç kimse “neden” diye sormadı.
Ama asıl acı olan, sosyalist solun, devrimci çevrelerin ve sendikaların da bu sessizliği. Bu kadar devasa bir şantiyede, binlerce emekçinin yaşadığı bu sömürü cehennemine sırt dönüldü. Bu ülkenin ilerici, emekten yana güçleri, Akkuyu’nun gölgesinde süren bu sessizliği nasıl görmezden geliyor? Ekolojik yıkımdan söz eden, doğa talanına karşı yürüyen onca çevre örgütü, neden aynı yıkımın merkezinde çalışan emekçilerin sesini duymuyor?
Akkuyu yalnızca nükleer tehlike değildir. Aynı zamanda bir sınıf aynasıdır.
Doğa katliamı ile emek sömürüsü, orada aynı zeminde birleşiyor. O şantiye, doğayı yok ederken insanı da yok ediyor. Betonun altına gömülen yalnızca toprak değil; alın teri, umut ve dayanışmadır.
Ve biz, devrimciler olarak, bu gerçeğe sırtımızı dönemeyiz.
Bu işçiler bizim sınıf kardeşlerimiz. Onlar yalnız bırakıldıkça, kapitalist inşaat düzeni daha da güçleniyor. Türkiye’de her yerde inşaatlar yükseliyor ama emeğin sesi giderek daha fazla bastırılıyor. Akkuyu’daki bir işçinin sesi duyulmadıkça, Ergene’de zehir soluyan bir işçinin, Soma’da hayatını kaybeden bir madencinin sesi de duyulmamış sayılır.
Artık “beklemek” lüksümüz yok.
Devrimcilerin, emekten yana güçlerin yüzünü Akkuyu’ya dönmesi gerekiyor. Oradaki işçilerle temas kurulmadan, onların talepleri dillendirilmeden, bu ülkenin emek mücadelesi eksik kalır. Çünkü Akkuyu’da hem sınıfın hem doğanın çığlığı aynı anda yükseliyor. Bu çığlık duyulmadıkça, her yeni barajda, her maden ocağında, her şantiyede aynı sessizlik yeniden büyüyecek.
O gün o şantiyeye baktığımda hissettiğim o sıkışma, aslında bu ülkenin her işçisinin, her emekçinin sıkışmışlığıydı.
O “büyük canavar” dediğim yapı sadece bir nükleer santral değil; kapitalizmin bu topraklara kazdığı en derin yarıklardan biridir.
Ve o yarığı ancak biz kapatabiliriz.
Yarın, geniş bir yazar kadrosu ile günceli değerlendirme, siyasi gelişmeleri takip etme, öngörme, anlama ve fikri bir yön çizme hedefindedir. Ancak yayınlanan yazılardaki görüşler, Yarın Yayın Kurulu’nun politik değerlendirmeleriyle tümüyle aynı çizgide olmayabilir. Farklı değerlendirmelere sahip olsalar da mücadeleye katkı sunacağını düşündüğümüz tüm yazılara yayın ilkelerimiz çerçevesinde yer vereceğiz.







255437302.webp)







241534546.webp)





245950176.webp)




243859717.webp)


240459470.webp)









253426919.webp)










230903555.webp)







234218485.webp)


231323595.webp)



















222511212.webp)




























